Şu Notu Ara:

5 Mart 2018 Pazartesi

Tanzimat Tiyatrosu-3 (Kenan Akyüz- Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923)



Tanzimat Tiyatrosu-3

   Tanzimât tiyatrosunun en önemli ve en verimli şahsiyeti, şüphesiz, Abdülhak Hâmid'tir. Tiyatro alanındaki ilk denemesini Mâcerâ-yi Aşk (1873, 1910) ile yaptı. Bunu, çok kısa aralıklarla, Sabr ü Sebât (1874), İçli Kız (1874) ve Duhter-i Hindû (1875) izledi. Yakası Hindistan'da ve bir masal atmosferi içinde geçen Mâcerâ-yi Aşk, şairdeki egzotizm eğiliminin ilk örneğini verir. Bu eğilimin Hâmid'te, Fransız edebiyatından gelme bir etki ile yani Atala, Pol ve Yirjini ve Robenson Kruzoe gibi çevirilerle ve ilk gençliğinde Tahran'a kadar kara yolundan yaptığı ve pitoreski bol manzaraların yer aldığı uzun yolculukla ilgili olduğu kabul edilebilir. Sabr ü Sebât ve İçli Kız, bu egzotizmden kurtulup tekrar yerli hayata girerler. Bunlardan birincisinde atasözlerine, halk tekerlemelerine ve cinaslı sözlere fazla yer ayırmak suretiyle, konuşmaların tabiîliği bozulmuştur. İkincisi ise, konusu bakımından, Namık Kemal'in Zavallı Çocuk piyesinin etkisindedir. Bu iki denemeden sonra yazar, Duhter-i Hindû (1875) ile, yerli hayattan ayrılarak yeniden egzotizme döner ve bu dönüşünün sebebini de aynı eserin sonunda açıklar. Bu açıklamaya göre: (Halkın rağbet ettiği, millî ahlâk ve âdetlerimizi gösteren "Millî Tiyatro" eserleri, herkesin bildiğini tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan birer "ahlâk risâlesi"dir. Birçok örnekleri gibi, İçli Kız da bu cinsten bir eserdir. Asıl millî tiyatro eserleri ise; seyircilere, herkesten iyi bildikleri kendi hayatlarını değil, tanımadıkları toplulukların veya azınlıkların hayatlarını, İslâm veya Osmanlı tarihinin muhteşem olaylarını tanıtan eserlerdir. Batıda pek çok bulunan bu türlü eserler, bizde henüz yoktur.) Tarihî vak'alara ve yabancı milletlerin yaşayışlarına büyük yer veren romantik dramın etkisiyle böyle bir tiyatro görüşüne kapılan yazar, Recaizade Ekrem'in Atala piyesini Vuslat ve İçli Kız'dan üstün bulur ve "umumî rağbet hilâfına" olarak Duhter-i Hindû'yu yazdığını söyler. İmparatorluktaki azınlıkların yaşayış tarzlarını ve ahlâkî inançlarını gösteren eserler daha evvel de yazılmış; Şemsettin Sâmi bu tarzı "Besa yahut Ahde Vefa" ve "Seydî Yahya", Ebuzziya Tevfik "Ecel-i Kazâ", Manastırlı Rıfat ile Hasan Bedrettin "Delile", "Ebul'alâ", "Kölemenler" gibi dramlarda denemişlerdi. Fakat yazar, Duhter-i Hindû'nun Sonsöz'ündeki övgüsüne rağmen, bu tarza hiç iltifat etmemiş ve ondan sonraki piyeslerinin konularını hemen hemen Eski Doğu ve İslâm tarihlerinden almıştır. Türk seyircisinin bilmediği bir topluluğu anlatan ilk eseri, İmparatorluğun azınlıklarından birine değil, tamamiyle yabancı bir topluluğa, XIX. yüzyıl sonu İngiltere'sine ait olan Finten (1916, 1927, 1964)dir.

Hâmid'in piyeslerinin bir kısmı mensur, bir kısmı da manzumdur. Mensur olanlar, yukarıdaki beş piyesinden başka Târik yahut Endülüs Fethi (1879, 1910, 1917), İbn-i Mûsâ yahut Zât-ül Cemâl (1917), Yadigâr-ı Harb (1917), manzum olanlar Nazîfe (1878, 1917), Nesteren (1877), Eşber (1880, 1922, 1945), Tezer yahut Abdurrahman-ı Sâlis (1880, 1945), Liberte (tefrika, Türk Yurdu, 1913), Tarhan (1916), Sardanapal (1917), Abdullahüs-Sagîr (1917), İlhân (1918), Hâkan (1935). Bunlara yarısı tamamiyle manzum ve yarısı da tamamiyle mensur olan Zeynep (1908) ile, ikisi de manzum olup henüz basılmamış bulunan Cünûn-i Aşk (yazılışı: 1917) ve Kanunî'nin Vicdan Azabı (yazılışı: 1937) piyeslerini de eklemek gerekir.

Sayıları yirmi biri bulan bu piyeslerin hepsi de dramdır. İlk yazılanlar bir yana bırakılacak olursa, tarihi konuları işleyenler gerek vak'alarının kuruluş tarzı ve olağanüstü olaylara büyük önem veriş, gerek kahramanların karakterlerini işleyişte aşırılığa kaçış ve kişiler kadrosunun genişliği ve gerekse parlak konuşmalara düşkünlük bakımından tamamiyle romantik dramın etkisindedirler. Shakespeare (Şekspir) den gelme bir etki ile yazar, bazı piyeslerinde cinlere ve cadılara da yer vermiştir. Bilhassa Finten'de Macbeth (Makbet) in etkileri çok bellidir. Yazarın vakalarının kuruluşu ve kahramanlarının karakterleri bakımından Corneille (Korney)in etkisinde kalan iki piyesi de, Nesteren ile Eşber'dir. Birincisi Corneille'in Le Cid (Lö Sid) ine nazire olarak yazıldığı gibi, ikincisinin vakası da ayni yazarın Horace (Horas) ından alınmıştır. Bununla beraber, gerek vakanın ve gerek kahramanların işle niş tarzlarında yine romantizmin etkileri görülür. Hâmid, klâsik zevke ulaşabilmiş değildir. Esasen, yaradılışı da böyle bir zevke varabilmesine elverişli sayılamaz.

Anlaşılması güç bir "Millî Tiyatro" görüşüne saplanarak içinde yaşadığı toplumun realitelerinden uzaklaşan, hatta onları küçümseyen Hâmid, bu garip davranışı sonunda, Tanzimât tiyarosunun başlangıçtaki toplumcu gidişini tersine çevirenlerin en güçlü ve en verimli olanıdır. Böylelikle, Türk tiyatrosu da yavaş yavaş yeniden ferde yönelerek, daha çok, bir karakter tiyatrosu haline girer. Gerçekten, Hâmid'in bütün piyeslerinde karakterler ön plânda gelir. Oyunlarına aldığı karakterlerin tahliline büyük önem verir. Bilhassa, çeşitli ihtirasların tasvir ve tahlilinde çok başarılıdır. Bu bakımdan Finten, onun en başarılı eseri olarak kabul edilebilir. Bununla beraber Hâmid, piyeslerinde, toplumsal konulara karşı tamamiyle ilgisiz değildir. Bilhassa, Yatan yahut Silistre'den sonra o devrin aydınları arsında çok rağbette olan vatanperverlik ve hürriyet duygularının Hâmid'in birçok piyeslerinde de yer yer işlendiğini ve Liberte'nin ise tamamiyle bu temaya ayrılmış olduğunu kaydetmek gerekir.

İlk piyeslerinde tiyatro tekniğine oldukça uyan Hâmid, sonraları bu husustaki her itinayı bırakmış ve bilhassa 1880 den sonraki piyeslerini -Ahmet Mithat gibi- okunmak için yazmağa başlamıştır. Bu sebeple piyeslerinde, genellikle, büyük bir teknik kayıtsızlığı göze çarpar. Perde ve sahne bölünüşleri çok ölçüsüz olduğu gibi, bazan da perdelerin sonuna -plânsızlığın açık bir delili olarak kabul edilebilecek- "ilâve"ler yaptığı ve mensur piyeslerinin içine uzun manzumeler koyduğu görülür. Manzum piyeslerinde ise, nazım tekniğindeki itinasızlık da pek bellidir. Bu piyeslerinin çoğunu Aruz vezniyle ve yalnız ikisini (Nesteren, Liberte) Hece vezniyle yazmıştır.

Hâmid'in piyeslerindeki en büyük kusur, hiç şüphesiz, dilde ve üslûptaki düzensizliktir. İlk piyeslerinde konuşma diline ve üslûbuna çok yaklaşmış olduğu halde, sonraki eserlerinde bu dilden yavaş yavaş uzaklaşmış ve nihayet tamamiyle kitabî ve çok yabancı bir dilde karar kılmıştır. Eşber, Tezer, Târik ve Finten gibi en tanınmış ve sevilmiş eserlerindeki birçok pasajların, dinlenirken değil, dikkatle okundukları zaman bile anlaşılmaları güçtür. Bilhassa tarihî piyeslerinde, yer yer, parlak bir hitabet üslûbuna sapması da bu eserlerin konuşmalarındaki tabiîliği ayrıca zedeleyen sebeplerden biridir. Oynanmak imkânsızlığı karşısında piyes tekniğini bu derecede ihmâl etmenin akla uygun bir açıklamasını yapmak güçtür ve Türk tiyatro edebiyatının henüz yeni yeni geliştiği bir sırada yapılan bu ihmâlin onun geleceği üzerinde çok yıkıcı etkileri olmuştur.


Tanzimât devrinin tiyatro yazarları arasında Şemsettin Sâmi (1850-1904), Manastırlı Rıfat (1851-1907) ve Hasan Bedrettin Paşa (ölümü: 1916) da vardır. Şemsettin Sâmi'nin dram olarak yazdığı üç piyes de, devrin yanlış "Millî Tiyatro" anlayışına uygundur. Bunlardan Besa yahut Ahde Vefa (1875) nın konusu Müslüman Arnavutların yaşayışından, Seydî Yahya (1875) nın konusu Endülüs tarihinden ve Gâve'nin konusu da İran tarihinden alınmıştır. Manastırlı Rıfat ile Hasan Bedrettin Paşa önce ayrı olarak, sonraları da ortaklaşa tiyatro eserleri yazdılar. Manastırlı Rıfat'ın kendi piyesleri Osman Gazi (1873), Görenek (1873), Pâk-dâmen (1874), Ya Gazi, Ya Şehit (1874, 1908); Hasan Bedrettin Paşa'nın kendi eserleri İskat-ı Cenin (1873) ve İkbâl (1873) dir. Hepsi de dram olan bu piyeslerden Osman Gazi ile Ya Gazi, Ya Şehit; Yataıı yahut Silistre'nin uyandırdığı vatanperverlik havasının etkisiyle yazılmışlardır. Görenek, eski düğünlerdeki israfı tenkit eder. Pâk-dâmen ise, Afîfe Anjelik'in Türk hayatına uydurulmuş şeklidir. İki yazar, birlikte yazdıkları piyeslerini ise "Temâşâ" adlı bir seri olarak yayınladılar. Bu seride çıkan eserler arasında Ebul'alâ (1875), Delîle yahut Kanlı İntikam (1875), Kölemenler (1875), Fakire yahut Mükâfât-i İffet (1876), Ahmet Yetîm yahut Netice-i Sadâkat (1880) adlı beş dram; Nedâmet (1875) adında bir komedi ve Ebu'l-Fedâ adlı bir de opera-komik vardır. Bunlara, tiyatro türünü birer eserle denemiş olan Ebuzziya Tevfik (1849-1913) in Ecel-i Kazâ (1872), Sâmipaşazade Sezâi (1859-1936) nin Şîr (1879) ve Muallim Nâci'nin Heder (1910) adlı piyeslerini de eklemek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.