Şu Notu Ara:

5 Mart 2018 Pazartesi

Tanzimat Tiyatrosu-1 (Kenan AKYÜZ-Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923)

Tanzimat Tiyatrosu-1
Anadolu Türkleri arasında dramatik türün ne zaman başladığı ve ne gibi örnekler verdiği meselesi henüz kesin olarak aydınlanmış değildir. Şimdiki halde bu dramatik örnekler hakkında en eski belge, Bizans imparatorlarından Aleksiyos (ölümü: 1118) un kızı Anna Komnini (1083-1148) nin babasına ait olarak yazdığı Alexiade adlı kroniktir. Burada bildirildiğine göre, Selçuklara karşı savaşa gideceği sırada hastalanan ve bu yüzden gidemeyen babasının hastalığı bahane şeklinde yorumlanarak, Türklerce onun bu korkaklığı bir fars halinde temsil edilmiştir. Fakat bu fars geleneğinin Anadolu Türkleri arasında sonraları da devam ettiğine dair başka bir belgeye henüz rastlanamamıştır.

Tanzimât'a kadar dramatik türü Karagöz ve onun canlı şekli olan Ortaoyunu ile tanıyan Türk seyircisi, Tanzimât'tan sonra bu türün Avrupaî şekillerini de tanımağa başlar. Biri cansız, biri canlı olan Karagöz ve Ortaoyunu tipik birer halk tiyatrosu örneğidirler. Ayni tekniğe ve hemen hemen ayni repertuara sahip bulunan bu oyunlarda, Avrupaî bazı dramatik çeşitlerde de olduğu gibi, vakanın yürütülüşü başlıca iki kişinin üzerindedir. Şive taklitlerinin de önemli bir rol oynadığı Karagöz ve Ortaoyununda İmparatorluk halkının bütün zümrelerinin temsilcilerini, onların değişik olaylar karşısındaki davranışlarını, zihniyetlerini, zevklerini, âdetlerini ve konuşma tarzlarını bulmak mümkündür.

Tanzimât edebiyatının hazırlık safhasından bahsedilirken, Batı medeniyetinin Türkiye'de yerleşmesinde tiyatronun oynadığı rol belirtilmiş ve Türk halkının geniş ilgisi karşısında bu yeni türün çok hızlı bir gelişme gösterdiği de kaydedilmişti. Gerçekten, Tanzımât'ın daha ilk yılından İstanbul'da tiyatro binaları yapılmağa başlanmış ve önceleri rakipsiz olan yabancı tiyatro trupları zamanla yerlerini yerli topluluklara bırakmışlardır. Ancak, bu yeni türün tamamiyle yerlileşmesi için otuz yıllık bir zamana ihtiyaç hasıl olmuştur. Devrin şartlarına göre de, böyle bir zamanın geçmesi normaldir. Çünkü, tiyatronun o zamanki seyircisi yalnız Batı kültürü ile temasa geçebilmiş aydınlardan ibarettir. Üstelik, tiyatronun henüz pahalı bir eğlence olması, bu ufak seyirci topluluğunu daha da daraltmıştır. İslâmiyetin kadını kapalı tutması, bu sebeple Türk kadının sahneye çıkamaması ve ortaoyununun halk arasında henüz rağbette bulunmaması gibi etkiler, Avrupaî Türk tiyatrosunun daha kısa bir zaman içinde kurulmasına ayrıca engel olmuşlardır. Böylece Türk tiyatrosu, uzun süre, sanatçı olarak -azınlıklar içinde Türk yaşayışını en çok benimsemiş olan- Ermenilerden faydalanmak zorunda kalmış ve Türk kadını sahneye ancak 1919 yılında çıkabilmiştir. Ermeni sanatçıların Türkçe’yi iyi konuşamamaları Türk seyircisinin sürekli şikâyet konusu olmasına rağmen, 1840 tan başlayarak, İstanbul'da oldukça hareketli bir sahne hayatı kurulmuştur. Tiyatro tesislerinin çok masraflı olmaları sebebiyle, bu masrafları karşılamak için bazı yerli müteşebbislerin tiyatro açma hususunda "resmî tekel"ler edinmelerine rağmen, otuz yıl içinde sahne hayatının gösterdiği gelişme oldukça doyurucudur.

Önce yabancı müteşebbislerin kurdukları İtalyan ve Fransız tiyatroları ile yerlilerce kurulmuş olan Hacı Naum, Şark ve Ortaköy tiyatrolarından sonra, 1867 de kurulup yarı resmî bir himaye görmüş olan ilk ciddî Türk tiyatrosu Osmanlı Tiyatrosu'dur. Sonraları Müslüman olup Yakup adını alan Güllü Agop tarafından İstanbul'da Gedikpaşa'da kurulmuş olan bu tiyatro, devrin devlet adamlarının ve edebiyatçılarının gösterdikleri yakın ilgi sayesinde hızla gelişmiş ve zengin bir bir repertuarla uzun süre devam etmiştir. Bu tiyatronun, yönetim ve sanatçı kadrolarından başka, Türk tiyatrosunda ilk defa olarak bir de edebî heyeti (Nâfia Nâzın Raşit Paşa, Maarif Nezâreti Mektupçusu Hâlet bey, Düyûn-i Umumiye Direktörü Âli Bey, Namık Kemal, Menâpirzade Nuri Bey) vardır. Namık Kemal, Âli Bey, Ahmet Midhat, Ebuzziya Tevfik ve Şemsettin Sâmi gibi devrin tanınmış yazarlarının eserleri bu tiyatroda sahneye konuldukları gibi; Fransız, Alman, İngiliz tiyatro yazarlarının eserleri, yabancı opera ve operetler ve ilk Türk operaları olan Arif'in Hilesi, Leblebici Horhor ve Köse Kâhya operaları da bu tiyatroda oynanmıştır. Ermeni aktörlerin şivelerini düzeltmek için Âli Bey tarafından diksiyon derslerinin de verildiği ve Türk tiyatro tarihinde önemli bir yeri olan bu tiyatronun Ahmet Mithat'ın Çerkeş Özdenler adlı dramının hürriyet duyguları aşıladığı bahane edilerek 1883 de II. Abdülhamid tarafından yıktırılması, Türk seyircisini ciddî tiyatro eserlerinden yoksun bıraktı. Böylece, 1908 ‘e kadar, tulûat tiyatroları Türk sahnelerinin tek hakimi haline geldiler.

1840 tan başlayarak Türk sahnesi böyle bir gelişme izlerken, bu yeni türün gördüğü rağbet Türk yazarlarını da harekete geçirmiş ve çok kısa sayılabilecek bir süre içinde birçok tiyatro eserleri meydana getirilmiştir. İlk Türk piyesinin ne zaman ve kimin tarafından yazıldığı meselesi henüz tamamiyle aydınlanmış değildir. Yeni belgeler ele geçinceye kadar, Abdülhak Hâmid'in babası Hayrullah Efendi tarafından 1844 de yazıldığı tahmin edilen ve ancak 1939 da yayınlanan (Türklük dergisi, 1939, sayı: 8, s. 77-91) dört perdelik küçük bir dramın bu türdeki ilk deneme olarak kabulü gerekmektedir.

Yayınlanmadığı için zamanında bilinmeyen ve tabiatiyle Avrupaî Türk tiyatro edebiyatının meydana gelişinde hiçbir etkiye de sahip bulunmayan bu eserden sonra, tiyatro eserlerinin aralıksız olarak ortaya çıkışı 1860-1880 arasındadır. Bu yirmi yıl içinde, Türk tiyatro edebiyatı çok hızlı bir gelişme gösterir. Şinasi, Namık Kemal, Şemsettin Sami, Ahmet Midhat, Âli Bey, Ali Haydar Bey, Ebuzziya Tevfik, Manastırlı Rıfat, Hasan Bedrettin, Recaizade Ekrem ve Abdülhak Hâmid bu dönemin en verimli yazarlarıdır. II. Abdülhamid devrinde ciddî sahne eserlerinin oynanmasına müsaade edilmemesi yüzünden, 1880 den sonra piyes yazmağa karşı rağbet azalmış ve ancak 1908 den sonra bu rağbet yeniden başlayabilmiştir.

Tanzimât tiyatrosunda da, Tanzimât'ın prensiplerine uygun olarak, toplum eğitiminin genellikle ön plânda yer aldığı görülür. Bu gayeye, bazan da toplumsal aksaklıklara doğrudan doğruya dokunmak veya tarihin "ibret verici' 'olaylarını ele alıp onlardan ahlâkî sonuçlar çıkarmak suretiyle varılmak istenir. Fakat toplumsal meseleler, daha çok, aile çerçevesi içinde kalmıştır. Bu da, yazarların toplum yaşayışını gözleme ve inceleme alışkanlığına henüz gereği gibi sahip bulunmayışlarındandır. Konuları Doğu ve İslâm tarihinden alınmış olan bazı piyeslerde olayların ayni zamanda ihtişamlı oluşlarına gösterilen dikkat ise, romantik tiyatrodan gelen etkilerle ilgilidir. Bu etkiler 1870 den sonra başladığı için, daha önce komedilerin çoğunlukta olmalarına karşılık, bu tarihten sonra dram çeşidi daha büyük bir rağbet görmeğe başlar. Ancak, romantik dramda ferdî ihtiraslar büyük bir yer tuttuklarından, tarihî temalara önem veren Tanzimât tiyatro yazarları, Türk tiyatrosunun -daha çekici olan- ferdî konulara yönelmesini önlemek maksadiyle, "Millî Tiyatro" adını verdikleri bir tiyatro çeşidi çıkarmışlar ve bununla da konularını "İslâm tarihinden veya Osmanlı İmparatorluğundaki Müslüman azınlıkların hayatından" alan piyesleri kastetmişlerdir. Türklerce yaşayış özellikleri daha az bilinen toplulukların yaşayışlarını anlatan bu eserler bir yandan hafif bir egzotizme büründükleri gibi, bir yandan da -ister istemez- bir örf ve âdet piyesi haline de gelmişlerdir.

Tanzimât tiyatrosunda dil ve üslûp, 1880 e kadar, henüz işlek olmamakla beraber, konuşma diline ve üslûbuna çok yaklaşmıştır. Fakat bu tarihten sonra, diğer edebî türlerde de olduğu gibi, tabiîliğini gittikçe kaybetmiş ve bilhassa Abdülhak Hâmid'in eserlerinde çok yüklü ve yapma bir duruma gelmiştir. Piyes tekniği, bu devir tiyatrosunun şüphesiz en zayıf yönüdür. Bu ise, yeni türdeki bilgi ve deneme yetersizliğinin tabiî bir sonucu sayılmak gerekir. Bununla beraber, bu durumu ile de, eğer devrin siyasî şartları önüne şiddetle geçip onu durdurmasaydı, Tanzimât tiyatrosunun Türk tiyatrosunun geleceği için çok ümitli olacağı tahmin ve kabul edilebilir. Büyük bir hızla serpildiği sırada bu fidanın kurumağa mahkûm edilmesi Türk tiyatrosunun geleceği üzerinde çok kötü etkiler yapmış ve onun bugün de Türk edebiyatının en zayıf yönü olmasına sebebiyet vermiştir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.