Atinalılar, Meletos'un düştüğü
tutmazlıkları benimle beraber gözden
geçirin ve sen Meletos, bize cevap ver.
Siz de benim ta baştaki dileğimi
hatırlayın da alışık olduğum gibi söz
söylersem, ses çıkarmayın. Dünyada bir
kimse var mıdır ki, Meletos, insanlık
işler olduğuna inansın da insanlar
bulunduğuna inanmasın? Şunu söyleyin
Atinalılar, kaçamaklı yollara sapmadan
bana cevap versin. Bir adam bulunur mu
ki at yoktur ama atın kullanıldığı işler
vardır, flavtacılar yoktur ama flavtacılık
vardır desin? Bulunmaz, dostum, bulunmaz.
Mademki sen cevap vermekten
kaçınıyorsun, sana da buradakilere de
cevabı ben vereyim; ama hiç olmazsa
şuna cevap ver; bir kimse var mıdır ki
tanrılık işlere inansın da tanrılara
inanmasın? Daimon'lara (ruhlar ve cinler) inanmasın
da Daimonların kuvvetine inansın?
- Hayır, yoktur.
- Çok şükür, yargıçların zoruyla ağzından
bu cevabi alabildim. Demek
daimonluk işlere, bu işler yeni olsun
eski olsun, inandığımı ve bunları öğrettiğimi
iddia ediyorsun. O halde,
söylediğine göre, ben daimonluk işlere
inanıyorum. Suçlamanda buna yemin
bile ediyorsun. Bu işlere inanıyorsam, onların var varlığına da ister istemez
inanmam gerekir, öyle değil mi? Hiç
şüphesiz, cevap vermediğine göre
senin de ayni fikirde olduğunu kabul
ediyorum. Peki, Daimonları tanrı veya
tanrı okulları olarak alabiliriz, değil
mi?
- Evet, şüphesiz.
- Öyle ise, söylediğim gibi, Daimonların
varlığına inanıyorsam, öte yandan da,
ne adla olursa olsun, Daimonlar bir
nevi tanrı iseler, muammalar (bulmaca)
çıkarıyorsun ve bizimle eğleniyorsun
demekte haksız mıyım? Hem tanrılara
inanmadığımı iddia ediyorsun, hem de
biraz sonra Daimonlara inandığımı
söylemekle tanrılara inandığımı kabul
etmiş oluyorsun! Denildiği gibi
Daimonlar, tanrıların nymphalar! veya
başka analardan doğan piçleri iseler,
tanrılar olmadığı halde, tanrıların
çocukları olduğuna kim inanabilir? Bu
katırın, eşekle atın çocuğu olduğuna,
fakat eşeğin de atın da var olduğuna
inanmamak kadar yersiz olur. Hayır,
Meletos, sen bütün bu saçmaları ya
beni denemek için kasten çıkarmış-
sındır yahut da bana karşı ciddi bir suç
bulamadığından suçlamana koydun.
Fakat inan ki, aynı bir kimsenin
daimonluk işlere inandığı halde,
Daimonlara, tanrılara, kahramanlara
inanmayacağına biraz anlayışı olan
hiçbir kimseyi inandıramazsın.
Meletos'un suçlamalarına yeter
ölçüde cevap verdim sanıyorum, daha
fazla savunmama gerek yoktur. Bununla
beraber, üzerime ne kadar çok kin
çekmiş olduğumu düşünüyorum ve
hüküm giymem gerekirse, beni yok edecek olanın bu olduğunu,
onun Meletos, Anytos değil, şimdiye
kadar birçok iyi insanların ölümüne
sebep olmuş, belki ileride de olacak olan
iftira ve çekememezlik olduğunu düşünüyorum; çünkü bu kurbanların sonuncusu
herhalde ben olmasam gerek.
Belki biri şöyle diyecek: “Sokrates,
seni böyle vakitsiz bir sona sürükleyen
bir ömürden utanç duymuyor musun?
Bana bunu soracak olana açıkça cevap
verebilir ve diyebilirim ki: dostum,
yanlıyorsun. Değeri olan bir kimse,
yaşayacak mıyım yoksa ölecek miyim
diye düşünmemelidir; bir iş görürken
yalnız doğru mu eğri mi hareket ettiğini,
cesaretli bir adam gibi mi yoksa
tabansızca mı hareket ettiğini, düşünmelidir.
Hâlbuki sizin özünüzde, Troia'da
ölen kahramanların, hele namussuzluğa
karşı her türlü tehlikeyi küçümseyen
Thetis’in oğlunun bir değeri olmaması
lazım. Hektor'u öldürmek için sabırsızlanırken,
anası tanrı ona, yanılmıyorsam,
aşağı yukarı şu sözleri söylemişti:
“Oğlum, arkadaşın Patroklos'un öcünü
alacak ve Hektor'u öldüreceksin, ancak
bil ki onun arkasından sen de hemen
öleceksin; çünkü tanrı hükmü böyle
emrediyor”. Hâlbuki o, bu öğüde aldırmayıp
her şeyi göze alarak, arkadaşının
öcünü almadan namussuzca yaşamaya,
ölümü ve tehlikeyi üstün gördü: “Burada
şu eğri gemilerin yanında, dünyaya
lüzumsuz bir yük olarak, maskara gibi
durmaktansa, düşmanımdan öcümü
alayım, arkasından da öleyim.” dedi.
Onun bu hareketinde hiç ölüm ve tehlike
korkusu var mıydı? En doğru hareket,
Atinalılar, bir kimsenin yeri neresi olursa olsun, ister kendinin seçtiği, ister
komutanının gösterdiği yer olsun,
tehlike karşısında direnmek; ölümü veya
başka tehlikeleri değil, ancak namusu
göz önünde bulundurmaktır.
Atinalılar, benim için de bundan
başka türlü hareket etmek gerçekten çok
garip olurdu; çünkü Potidaia'da,
Amphipolis'te, Delion'da seçtiğiniz
komutanların gösterdikleri yerde, her
türlü ölüm tehlikesi karşısında bütün
cesaretiyle duran ben, simdi, kendi fikir
ve sanımca, Tanrı tarafından, kendimi
ve başkalarını denemek için filozofluk
vazifesi ile gönderildiğim zaman, ölüm
veya başka bir şey korkusu ile vazifemi
bırakıp nasıl kaçardım? Böyle bir
hareket gerçekten ağır bir suç olurdu.
Kendimi bilge sanarak ölüm korkusu ile
Tanrı sözüne baş eğmeseydim, o zaman
mahkemeye pek haklı olarak çağrılabilir,
tanrıların varlığını inkârdan suçlanabilirdim.
Çünkü yargıçlar, ölüm
korkusu, gerçekte bilge olmadığı halde
kendini bilge sanmak değil midir?
Bilinmeyeni bilmek iddiası değil midir?
İnsanların, korkularından en büyük
kötülük saydıkları ölümün en büyük
iyilik olmadığını kim bilir? Bilmediğimiz
bir şeyi bildiğimizi sanmak
gerçekten utanılacak bir bilgisizlik değil
midir? İşte yargıçlar, ancak bu noktada
başkalarından farklı olduğuma inanı-
yorum. Belki de onlardan daha bilge
olduğumu iddia edebilirim: Ben, öteki
dünyada olup bitenler hakkında pek az
bir şey bildiğim halde, bir şey bildiğime
inanmıyorum, fakat tanrı olsun, insan
olsun, belki, kendinden daha iyi olanlara
haksızlık ve itaatsizlik etmenin bir kötülük, bir namussuzluk olduğunu
biliyorum; ben, kötülük olduğunu iyice
bildiğim şeylerden korkarım, ama iyilik
olmadığını kestirmediğim şeylerden ne
korkar, ne de sakınırım. Onun için siz
beni simdi serbest bırakıp; Anytos'un
size: “Sokrates mademki böyle bir suçla
suçludur, ona herhalde ö1üm cezasını
vermek gerekiyor, yoksa bütün
çocuklarınız onun öğütlerini dinleyerek
büsbütün bozulacaklardır” demesine
bakmayarak, “Sokrates, biz Anytos'un
fikirlerine inanmak istemiyoruz, seni
serbest bırakacağız ama bir şartla: artık
bir daha böyle herkesi sorguya
çekmeyeceğine ve filozofluk etmeyeceğine
söz vermek şartıyla; bunları
yapmakla bir daha suçlandırılırsan,
öleceksin” derseniz, kurtulmam için ileri
sürülebilecek böyle bir şarta karşı derim
ki: Atinalılar, size saygı ve sevgim
vardır; ancak, ben size değil, yalnız
Tanrıya baş eğerim; ömrüm ve kuvvetim
oldukça da iyi biliniz ki, felsefe ile
uğraşmaktan, karşıma çıkan herkesi buna
yöneltmekten, felsefeyi öğretmekten
vazgeçmeyeceğim; karşıma çıkana, her
zaman dediğim gibi gene şöyle
diyeceğim: “Sen ki, dostum, Atinalısın,
dünyanın en büyük, kudretiyle, bilgeliğiyle
en ünlü şehrinin hemşerisisin;
paraya, şerefe, üne bu kadar önem
verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç
durmadan yükseltilmesi gereken ruha bu
kadar az önem vermekten sıkılmaz
mısın? Kendisiyle münakaşa ettiğim bir
adam bu saydıklarıma önem verdiğini
söylerse, yakasını bırakacağımı ve
salıvereceğimi sanmayınız; hayır, gene
soracağım, onu gene sorguya çekeceğim, onunla gene münakaşa edeceğim;
erdemli olduğunun bir sözden başka bir
şey olmadığını anlarsam, kendisini,
değeri büyük olana az değer verdiğinden
değeri küçük olana çok değer
verdiğinden ötürü utandıracağım Ayni
sözleri genç, ihtiyar, yurttaş, yabancı,
her kese, hele benim kardeşlerim
olduklarından dolayı bütün hemşerilerime
tekrarlayacağım. Çünkü biliniz,
bu bana Tanrının bir buyruğudur; şuna
inanıyorum ki şehrimizde, şimdiye
kadar Tanrıya benim bu hizmetimden
daha büyük bir iyilik edilmemiştir.
Çünkü ben, genç, ihtiyar, hepinizi,
vücudunuza, paranıza değil, her şeyden
önce ruhun en yüksek terbiyesine önem
vermeniz gerektiğine kandırmaktan
başka bir şey yapmıyorum. Evet, benim
vazifem, size para ile erdemin elde
edilemeyeceğini, paranın da, genel
olsun, özel olsun, her türlü iyiliğin de,
ancak erdemden geldiğini söylemektir.
Ben bunları öğretmekle gençler doğru
yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan
olduğumu kabul ederim. Ama biri gelip
öğrettiğim şeylerin bunlar olmadığını
iddia ederse yalan söylemiş olur. Bu
noktada, Atinalılar Anytos'a ister inanın
ister inanmayın, hakkımda ister beraat
hükmü verin, ister vermeyin; herhalde,
iyice bilin ki, bir değil bin kere ölmem
gerekse bile, yolumu asla değiştirmeyeceğim.
Atinalılar, sözümü kesmeyiniz, beni
dinleyiniz; sonuna kadar dinleyeceğinize
söz vermiştiniz, söyleyecek bir şeyim
daha kaldı, öyle bir şey ki işitince,
korkarım, haykırmak isteyeceksiniz;
fakat beni dinlemek sizin için daha hayırlı olacaktır, onun için, çok
yalvarırım, sakin olunuz. Bilmelisiniz ki,
benim gibi bir adamı öldürmekle, beni
değil kendinizi cezalandıracaksınız. Bana
kimse, ne Meletos ne de Anytos, zarar
verebilir; kötü bir kimse iyi bir adamı
nasıl zarara sokabilir? Ancak kendine
zarar vermiş olur. Onlarda şüphesiz beni
öldürtmek, süründürmek veya hemşerilik
haklarından yoksun bırakmak imkânı
vardır; onlar herkesle beraber böyle bir
cezanın bana karşı büyük bir kötülük
olduğunu sanabilirler. Fakat burada
onlarla bir düşünemem; çünkü onların
şimdi yaptıkları gibi, başka bir kimsenin
hayatını haksız yere yok etmek daha
büyük bir kötülüktür.
O halde, Atinalılar, siz Tanrının bir
vergisi olan beni mahkûm etmekle ona
karşı bir günah işlemeyiniz dediğim
zaman, sizin sandığınız gibi kendimi
değil, sizi düşünüyorum. Çünkü gülünç
bir benzetmeye müsaade edin, beni
öldürürseniz, hem büyük, hem cins, ama
büyüklüğünden dolayı ağır ve dürtülmek
isteyen bir ata benzeyen devleti yerinden
oynatmak için, Tanrının musallat ettiği
benim gibi bir at sineğine kolay kolay bir
halef (yerine) bulamazsınız, ben Tanrının,
devletin başına musallat ettiği bir at
sineğiyim, her gün her yerde sizi
dürtüyor, kandırıyor, azarlıyorum;
peşinizi bırakmıyorum. Benim gibi bir
kimseyi kolay kolay bulamayacaksınız;
onun için, size kendinizi benden yoksun
bırakmamanızı tavsiye ederim. Belki de,
ansızın uykusundan uyandırılan biri gibi,
caniniz sıkılarak, Anytos'un öğüdüne
uyar, beni kolayca vurup öldürebileceğinizi
sanır ve Tanrı size acıyıp başka bir at sineği gönderinceye kadar,
hayatınızın geri kalanında gene uykuya
dalarsınız. Size Tanrı tarafından gönderildim
demenin ispatini mi istiyorsunuz?
Ben başkaları gibi olsaydım, yıllarca sizi
erdeme yeltmekle (yöneltmekle), bir baba,
bir ağabey gibi teker teker sizin meselelerinizle
uğraşmakla, kendi işlerimi
savsamaz, onlara sabırlı bir seyirci
kalmazdım; böyle bir hal, sanırım ki,
insan tabiatına (doğasına) uyan bir şey
değildir. Bundan bir şey kazansaydım
yahut yol gösterme ve aydınlatmalarımın
karşılığında para alsaydım, bu hareketimin
belki bir anlamı olurdu; fakat şimdi,
kendiniz de görüyorsunuz ki, beni suç-
layanların küstahlığı bile bir kimseden
para aldığımı veya almak istediğimi
söylemeye varamıyor; çünkü bunu hiçbir
vakit görmemişlerdir. Bu sözümün doğruluğuna,
yetecek kadar şahitlik edecek bir
şeyim var: fakirliğim.
Devlet işlerine girerek fikirlerimi
oradan söylemek varken herkese ayrı ayrı
öğüt vermeye, başkalarının işlerine karış-
maya kalkışmam belki size şaşılacak bir
şey gibi gelebilir. Bunun sebebini de
söyleyeceğim. Bir tanrının veya tanrısal
bir ruhun bana göründüğünden, çok kere
ve birçok yerde söz ettiğimi işitmiş-
sinizdir. Meletos'un, suçlamasında,
bununla alay ettiğini de bilirsiniz. Bir
nevi ses olan bu işaret, bana çocukluğumda
gelmeye başlamıştı; bu ses beni
hep göreceğim islerden alıkor, ama yap!
diye hiçbir vakit emretmezdi. İşte beni
siyasete girmekten alıkoyan da budur. Bu
alıkoymanın da çok yerinde o1duğuna
inanıyorum. Çünkü Atinalılar, ben siyaset
ile uğraşsaydım, besbelli ki çoktan yok olurdum, ne size ne de kendime, hiç
bir iyilikte bulunamazdım. Canınız sıkılmasın
ama hakikat sudur ki, devlette
görülen birçok kanunsuz, haksız işlere
karsı doğrulukla savaşarak size veya
herhangi başka bir kurula karşı giden
hiçbir kimse ö1ümden kurtulamıyor.
Evet, ancak hak yolunda çalışan bir
kimsenin, kısa bir zaman olsun yaşayabilmesi
için devlet adamı değil, sadece
yurttaş olarak kalması gerekiyor.
Size, -hem yalnız sözle değil, daha çok
değer verdiğiniz işle- söylediklerimi ispat
edebilirim. Size başımdan geçen bir olayı
anlatayım, o zaman ölüm korkusu
yüzünden haksızlığa hiçbir vakit boyun
eğmemiş, eğmeye ölümü üstün tutmuş
bir adam olduğumu görüsünüz. Size
mahkemeler hakkında, belki pek önemli
gözükmeyen, ama gerçekten olmuş olan
bir şeyi anlatacağım. Atinalılar! Şimdiye
kadar üzerime aldığım biricik devlet
memurluğu, halk kurulu üyeliği
olmuştur: Mensup olduğum Antiokhis
oymağı, deniz savaşından sonra ölenlerin
cesetlerini toplamayan on komutanın
duruşmasında prytaneia makamında
bulunuyordu; hepinizin sonraları kabul
ettiğiniz gibi, kanuna aykırı olarak onları
toptan muhakeme etmeyi ileri
sürmüştünüz; o zaman kanuna aykırı olan
bu harekete karşı koyan biricik üye ben
olmuş, oyumu sizin tarafınıza vermemiş-
tim; hatipler beni suçlamakla, hapse
sokmakla korkuttukları zaman, sizler
bağırıp çağırdığınız zaman, ben ne
hapsolmaktan ne de öldürülmekten korkarak
haksızlıklara ortak olmaktansa
kanun ve doğruluğun tarafında tehlikeye
atılmaya karar vermiştim. Bu olay, şehrimizin demokratlıkla yönetilmekte
olduğu zamanlarda olmuştu. Otuz1arin
oligarşiliği, iktidarı ele alınca benimle
birlikte öbür dört kişiyi Tholos'a çağı-
rarak, öldürmek istedikleri Salamin'li
Leon'u Salamin'den getirmemizi istediler.
Bu, onların, işledikleri cinayetlerden
ellerinden geldiği kadar çok
kişiyi sorumlu kılmak için verilmiş
emirlerinden biriydi. O zaman bu şartlar
altında, sözüm caizse, ölüme kıl kadar
önem vermediğimi, en çok hatta biricik
önem verdiğim şeyin haksızlıktan,
günah işlemekten sakınmak olduğunu
yalnız sözle değil, edimle de gösterdim.
Bu zorlu idarenin kuvvetli kolu
haksızlık işletecek kadar beni korkutamadı;
Tholos'tan çıkar çıkmaz öteki
dört kişi Salamin'e gidip Leon'u getirdikleri
halde, ben sadece evime döndüm.
Belki çok geçmeden Otuzların idaresi
sona ermeseydi, bu hareketimi hayatımla
ödeyecektim. Bu sözlerin doğruluğuna
size birçok kimse şahitlik eder.
O halde, siyaset hayatına girdiğim
halde, iyi bir adam gibi hep hak gözetir
ve tabii olarak doğruluğu her şeyden
üstün tutsaydım, şimdiye kadar sağ
kalabilir miydim, sanırsınız? Hayır,
Atinalılar, hayır; bu ne bana, ne de
başka bir kimseye nasip olurdu. Hâlbuki
bütün hayatımda; özel olsun, genel
olsun, bütün hareketlerimde hiç
değişmedim, öğretiliklerimi lekeleyenlere
de başkalarına da, doğruluktan
ayrılarak, alçakçasına boyun eğmedim.
Devamlı öğrencilerim olduğu iddiası da
doğru değildir. Ben, bana düşeni yerine
getirmeye çalışırken, genç, ihtiyar, beni
dinlemek isteyenleri geri çevirmedim.
Bana yalnız para verenlerle
konuşmadım; zengin, fakir, herkes bana
sorabilir, cevap verebilir, sözlerimi
dinleyebilir; fakat bundan sonra, o kimse
iyi yahut kötü bir insan olmuş, her ikisini
de bana yüklemek haksızlık olur, çünkü
ben ona ne bir şey öğrettim, ne de
öğreteceğime söz verdim. Bir kimse
benden başkalarının işitmediği, ayrı bir
şey öğrendiğini veya işittiğini ileri
sürerse, biliniz ki, yalan söylüyor.
Öyleyse, birçok kimsenin benimle
konuşmak için birçok zamanlarını
vermekten hoşlanmalarına sebep nedir?
Bunun asıl sebebini, Atinalılar, açıkça
size söyledim: bu kimseler hiçbir
bilgelikleri olmadığı halde, bilge
olduklarını iddia eden kimselerin sorguya
çekilmesini dinlemekten hoşlanıyorlar,
gerçekten bu pek tatsız bir şey de
değildir. Başkalarını sorguya çekmeyi
bana Tanrı emretmiştir, bu yol bana
Tanrı sözleriyle, gözüme gözüken
hayallerle, Tanrı iradesinin insanlara
göründüğü her vasıta ile gösterilmiştir.
Atinalılar, bu sözüm gerçektir; öyle
olmasaydı şimdiye kadar karşıtı ispat
olunurdu. Ben gençleri bozmuşsam, hala
da bozuyorsam, şimdiye kadar büyümüş
olanlar, gençliklerinde kendilerine kötü
öğütler verdiğimi anlamış olanlar ortaya
çıkarak beni suçlar, benden öç alırlardı.
Bunu yapmak istemezlerse bile, hiç
olmazsa yakınlarından biri, babaları,
kardeşleri veya hısımları benim yüzümden
ailelerinin ne felaketlere uğradığını
söylerdi. Şimdi tam zamanıdır. Onların
birçoğunu burada görüyorum. İşte
çocukluk arkadaşım, benim bölgemden
olan Kriton, işte oğlu Kritobulos. Sonya, Aeskhines' in babası da, Sphettos'lu
Lysanias da burada; bunlardan başka,
Epigenes'in babası Kephisia'li Antiphon'u
ve benimle beraber bulunmuş olan
birçok kimsenin kardeşlerini de
görüyorum. Theozotides'in oğlu ve
Theodotos'un kardeşi Nikostrates
(Theodotos şimdi sağ değil, onun için o
mani olamaz); Demodokos'un oğlu ve
Theages'in kardeşi Paralos; Ariston'un
oğlu ve şurada gördüğünüz Eflatun'un
kardeşi Adeimantos hazır bulunuyor;
Apollodoros'la kardeşi Aiantodoros'u da
görüyorum. Daha birçoklarını sayabilirim.
Meletos bunların bazılarını, suçlamasında
şahit göstermeliydi. Unutmuşsa
şimdi yapsın, kendisine yol gösteriyorum.
Bu çeşitten, istediği şahidi
göstersin. Fakat Atinalılar, hakikat
bunun tam tersidir. Çünkü bunların
hemen hepsi Meletos'la Anytos'un
iddiasına göre arkadaşlarını bozmuş,
bastan çıkarmış olan benden yana
şahitlik edeceklerdir; hem yalnız
bozulan gençler değil, benden yana
şahitlik etmelerine hiç sebep olmayan
bozulmamış daha yaşlı akrabaları da.
Bunlar şahitlikte niçin benim tarafımı
tutarlar? Herhalde, yalnız hakikatin,
doğruluğun hatırı için, doğru söylediğimi,
Meletos'un yalan söylediğini
bildikleri için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.