Hikâye ve Roman
+İlk Tercümeler ve Eserler+
Hikâye türünün başlaması da tercümelerle olmuştur. İlk tercüme edilen eser Yusf Kâmil Paşa tarafından tarafından yazılmıştır (Télémaque). Sonra Ceride-i Havâdis'te tefrika edilen "Sefiller" ve Teodor Kasap'ın Monte Kristo Kontu çevirisi ile devam eder. Yani bu ilk devrede kazanımlarımız büyük olmuştur.
Batı tarzı hikaye ise Ahmet Midhad Efendi'nin 1870'te neşrettiği Kıssadan Hisse ve Letâif-i Rivâyât'ı nın ilk beş kısmı ile başlar. 1873'te başlayıp 1875'te biten, Emin Nihad Bey'in Müsâmeretnâme'si ise ikinci bir deneme olarak kabul edilebilir. 1875'te Şemseddin Sâmi'nin Ta'aşşuk-ı Talat ve Fitnat'ı, 1876'da ise N.Kemal'in İntibah'ı ve Recaizâde'nin Araba Sevdası isimli romanı ortaya çıkar. 1880'de Cezmi, 87'de Sergüzeşt, 90'da Küçük Şeyler romanları yazılır. Tabi bu sırada Nabizâde Nazım'ın eseri tamamlanır(1885-87 arası). Ahmed Midhad Efendi'nin Letaif-i Rivâyât'ı içinde bulunan ve ilk tarihi roman olarak kabul edilen Yeniçeriler ile doğu-batı ikiliğini anlatan ilk roman Felatun Bey ve Rakım Efendi'nin yazılması, 1889'da Halid Ziya'nın Nemîde isimli romanı ve yeni hikayenin esaslarını anlatan "Hikâye" isimli esaisini de eklersek dönemin önemli gelişmelerini tamamlamış oluruz.
+Roman Okuyucusu+
Bu dönemde, batı karşısında Şinasi'nin eseri hariç, bilinçli bir taklit fikrine rastlanamaz. Galatasaray'ın açılışına kadar yabancı dil ve edebiyatlarına olan ilginin bütün çevrelerde çok az olması, desteğin yok denecek kadar az olması nedeniyle o döneme kadar edinilen bütün başarılar tesadüfidir. Bu dönem çevirileri, matbaadan sonra okumaya ilgi duyan ve memurluk yerine yazarlığı tercih etmiş kimseler tarafından yapılmış ve bu kişiler sayesinde gelişim sağlanmıştır. Bu zor dönemlerde, Reşid Paşa'nın Encümen-i Daniş denemesinin sonlandırılmasına üzülmemek elde değildir.
Aslında böyle bir akademi, ilk tercümeler konusunda çok yararlı olabilirdi. Daha hızlı yol kat' edilebilirdi. Tekrar belirtmeliyim ki Encümen-i Daniş'in kapatılması, Tanzimat döneminin en vahim olaylarından biridir. Bununla beraber, Vefik Paşa'nın Moliére'den sonra Lesage'ın Gil Blas'ını çevirmesi, başlı başına yeni bir düzen getirmeye çalışmak anlamına geliyordu. Ancak savruk üslubu yüzünden bu denemesi tamamen bir hüsran ile sonuçlanmıştır.
Yusuf Kâmil Paşa'nın Telemak'ı çevirmesi ise bu dönemde rast gelinen nadir ilerlemelerden biridir. Ancak kendisinin "eski üslubu" gereksiz ve yanlış bir zamanda kullandığını inkâr edemeyiz. Yine de bu eser bize Yunan mitolojisinin kapılarını aralamıştır. Ayrıca realite ve Hikâye arasındaki ilişkinin anlaşılması açısından önemlidir.
Dediğim gibi tesadüfi olarak edebiyatımıza katılan yenilikler olsa da, pek çok şey atlanmıştır. Aslında ne Cervantes, ne Balzac, ne Stendhal, ne de Dickens, bu dönemde çevrilmiştir. Yalnız Hugo'nun dönüm noktası sayılabilecek Sefilleri (Hikaye-i Mağdurîn) ve Voltaire'in Micromegas'ı çevrilir. Buna karşın Candide atlanmıştır. Yazım hayatına giren gençler önce çevirileri okuyup Fransızca öğreniyor, sonra Fransızca eserlerin en çok beğenilme potansiyeline sahip olanlarını çeviriyor ve halkın beğenisine sunuyorlardı. Bir süre sonra nitelikli bir okuyucu seviyesine erişince dönemin şöhret isimleri dikkati çekiyordu. Bu noktada karşımıza Teodor Kasap ve Ahmed Midhad Efendi çıkıyor. Bu ikisi, her verdikleri eserde biraz daha ustalaşıyorlardı. Okuyucu sayısının arttığına inandıkça asıl edebiyata yaklaşma istekleri artıyordu.
Bunun başka bir anlamı da "roman okuyucusu" denen kitlenin ortaya çıkmasıdır.
+Nev'in İlk Şartları+
Şuna dikkat edilmelidir ki, o dönemlerde batıdan fikrî olarak bir şeyler almamız mümkün değil. Yapmaya çalıştığımız şey, batılı hikayeyi bir nev'i olarak almaktı. Burada teknikten bahsetmiyorum. Çünkü teknik, şahsa özel bir şeydir. 1870-1880 devresinin ana özelliği aslında çok derin ve psikolojik özelliklere dayanan ve her şeyi eskisinden çok farklı bir şekilde kuran bir anlatma şeklini, işin güçlüğünü ve derinliğini bilmeden edebiyatımıza katmaktır.
Doğal olarak bu çalışmanın ilk şartı hayatla temasa geçmek, gezmek ve görmek olacaktı. Ancak imkân yetersizliğinden dolayı bizim yazarlarımız bunları yapamadılar. Bu yüzden ilk eserlerde çok yapmacık bir hava görülmektedir. Ayrıca hayatı tamamen anlamak çok güç bir işti. Ki gelin görün ki bunu Tanzimat denilen kısa dönemde yapabilecek hiç kimse yoktu.
Bu yüzden yıllarla birlikte, yavaş yavaş bunu gerçekleştirmeye çalışacaktık.
Halid Ziya'ya kadar, roman hayaliyle büyüyen hiç bir romancımız yoktur. Hepsi roman veya hikaye yazma hevesini sonradan yaşamış insanlardı.
+Eski Hikâyeden Yenisine Doğru+
İlk yerli hikayenin Ahmed Midhat Efendi'nin Kıssadan Hisse ve ardından Letaif-i Rivayat'ı ile başladığını söyledik. 25 kısımdan oluşan ve uzun bir süre içinde tamamlanan Letaif-i Rivayat, N.Kemal ve Hamid ile Türk realizminin başlangıcının temellerini atar. Kimi orijinal, kimi ise direkt olarak çevrilmiş olan bu eserler, Türk halkını okumaya alıştırmıştır.
Bununla aynı dönemdei Emin Nihad Bey'in Müsameretname'si tamamlanır. Önemli olan bu eser, birinci, ikinci ve üçüncü kişinin ağzından anlatılan 6 tane hikayeden oluşur. Bu noktada isimlere dikkat çekmek isterim. Letaif-i Rivayat, hikayelerin en güzellerinin seçildiği anlamını taşırken, Müsameretname, gece sohbetleri anlamına gelir. İki yazar da bu eski meddah hikayesini devam ettirmek istiyor olabilirlerdi.
Müsameretname'nin üslubu, Ahmed Midhat Efendi'nin ilk hikayelerindeki halk konuşmasına daha yakın üslubu ile Halk hikayelerindeki üslup arasındandır. Sonlara doğru bir N. Kemal etkisi görüldüğü de söylenebilir.
Bu ilk tecrübelerde ne psikoloji, ne canlı karakter, ne etraftaki hayatı canlandırma endişesi yoktur.
+İnsan Tâli'ine Açılış+
Genel olarak, olayların temelleri, tesadüfen doğan aşklara dayanır. Yine de bazen, gerçekçi durumlara da temas edilir. Midhat Efendi'nin Mihnetkeşân'ı bu cinsten bir eserdir. Bir hayat kadını cezalandırmak yerine, dertlerini anlatmak, bu hale nasıl geldiğini anlatmaya çalışmak, eser dışarıdan alınmış olsa bile önemlidir. Çünkü bu şekilde edebiyatımıza yeni bir tema gelmiş olur. Acıma hissi, kökünü dinden alan bir ahlakın ötesine geçer. Bu anlamda eser, sadece konusuyla, bizde insani ahlakın temellerini atmıştır.
+Müsâmeretname+
Emin Nihad Bey, ilk olarak Müslümanları Hıristiyan etmeye çalışan bir Avrupalı kadının çarpaşık oyunlarından son anda kurtulan bir Türk gencinin hikayesini anlatır. İkinci hikayesinde seyahatlerinin birinde Londra'da İngiliz bir kıza aşık olan bir Türk kaptanını anlatır. İlk hikaye, Beyoğlu'nda geçer. İkincisi ise yurt dışına çıkar. Ama ne Avrupa ne de Londra gerçeğe yakın anlatılır. Aslında neredeyse hiç alakası yoktur. Bununla birlikte hikayede kültür farklarının anlatılması ve yabancı kişilerin anlatılması, edebiyatımızda bir başlangıç olarak kabul edilebilir.
Nihad Bey, gençlerin batıya dikkatini çekmeye çalışmıştır. Ayrıca o dönemde Hıristiyanlarla evlenen Türklerin durumdan diğer yazarlar gibi etkilendiğini söylemeliyiz.
Emin Nihad Bey'in kahramanları adeta birer robottur. Yani psikolojik özelliklerine bir katre olsa da yer verilmemiştir. Ki bu dönemin eserlerinde sıklıkla buna rastlayacağız. Yabancı bir kadınla evlenen Türk erkeği modeli sık sık karşımıza çıkacaktır.
+İkinci Büyük Tema, Esaret Meselesi+
Esaretin yeni edebiyatımızda etkin olmasında yabancı erkek ve kadınlar, özellikle yabancı ve hür kadınlar büyük rol oynar. Tabii tek nedeni bu değildir. İlk örnekler karşısında alelacele başlayan bir edebiyatta günlük hayal, göze çarpan ilk detay olacaktı ve yazarlarımız bunu kullanacaktı.
Esirlik, dönemin en duygusal konularından biriydi. Daha küçük yaşta para karşılığı evlerinden koparılan ve esir edilen, zor kulanılarak diyar diyar dolaştırılan zavallı esirlerin macerasında toplumsal öğeler kendiliğinden bulunacaktı. Hamid ve Ahmed Midhat, bu maceraları kendi ailelerinden dinleyecekler ve tanıyacaklardı. O noktadan sonra Hamid'in "Vâlidem" isimli manzumesi, o neslin ortak duygularını anlatacak ve bu duygu Hamdullah Suphi'nin "Annemin Derdi" şiirine kadar sürecekti.
Bununla birlikte temanın, yazarlarımız tarafından sadece duygusal bir mevzu olarak kullanılması da önemli bir noktadır.
Doğu hikayesinde, para karşılığı esir tüccarlarına satılıp, o tüccarlar tarafından pazarlarda satılan kölelerin hikayesi çok çok bulunur. Hatta sevgililerini aramak için cariye kılığına giren sultanlar da vardır. Böyle bir hazine yazarlarımız tarafından kaçırılmamıştırç Müsameretname, Leaif-i Rivayat, İntibah, Sergüzeşt ve Zehra'da esir kadın ve erkekler her zaman bulunur. Bu durum ancak "Servet-i Fünun" edibyatıyla arka plana itilir.
Büyük bir hazine vardı ama yazarlarımız tam olarak yararlanamıyorlardı. Esirlik meselesi, eski düzende, yükselmenin yoluydu. Erkekler yüksek mevkilere gelebiliyor, kadınlar ise en iyi mevkilere gelin olarak gidebiliyordu. Ki sadece bu da değil, dayak ve işkenceyle vatanlarından koparılan esirlerin, geldikleri yerde kazanma, intikam hırsları başlı başına bir malzeme olabilirdi.
+Zihniyet Farkları +
Ahmed Midhat'ın Felatun Bey ve Rakım Efendi'sinde memlekette Tanzimat ile başlayan zengin züppe ile, memleket şartlarının yetiştirdiği tip karşılaştırılır. Hüseyin Rahmi ve Halid Ziya'ya kadar devam eder. N. Kemal'in İntibah'ında da bu konu başka yönüyle ele alınır. Gelenekler karşılaştırılmasa da duygusuzluk ve umarsızlık anlatılır. Realist olarak anılan Araba Sevdası bir taraftan alafrangalığın, diğer taraftan da yozlaşmanın eleştirisidir. Bu tür eserlerin arasına Mai ve Siyah'ı da katabiliriz.
-----------------
Fakat bu dönemde Türk romanının asıl örgüsünü teessüri mevzular oluşturur. Romanların bazılarında aile felaketleri görüldüğü gibi Taaşuk-ı Talat ve Fitnat'ta baba ve kızın evlenmesi, bazılarında da Verem'in sadece kader olarak işlendiği romanlar da görülür.
Halid Ziya'nın Nemide'sine kadar bu hastalık, esas konu olarak alınır. Zira o dönemlerde İstanbul'da verem, belli başlı realitelerden biriydi. 2. Mahmud ve Abdulmecid Verem'den ölmüşlerdir. Yeni edebiyatımızda da olduğu gibi halk bünyesinde gelişen edebiyatımızda da bu tema sık sık görülür.
Ki erkekçe ve coşkulu bir üslupla yazmaya çalışan Namık Kemal bile bundan etkilenmiştir.
Bunun yanında dışarıdan gelen kötü örnekler de bu hastalığın ön planda olmasına neden olmuştur. Avrupa romantizminde aldatılmış kız, hastlıklı kişiler büyük yer kaplar. Nabizade Nazım ve Sezai Bey gibi realist yzarlarda da bu cins kederli mevzular çok görülür. Samipaşazade Sezai'nin Sergüzeşt'inde tereddütlü bir realizm ve Servet-i Fünun'da görülen şairane ve hüzünlü hava bulunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.