Nâbi'nin Gazelleri
-gelmişüz redifli gazel
fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
Çok da magrûr olma kim mey-hâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i magrûrun humârın görmişüz
“İkbal meyhanesinde fazla gururlanma. Biz binlerce gurur sarhoşunun (içkiden sonra gelen) baş ağrısını görmüşüz.”
Tôp-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn-hisârın görmüşüz
“Biz, kırgınlık beddualarının topu karşısında yıkılıp giden, nice makam ve mevki ülkesinin taştan kalelerini görmüşüz.”
Bir hurûşuyla ider bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz
“Bir coşuşuyla bin ikbal hanesini yerle bir eden, dertli insanların sel gibi kabaran kırgınlık göz yaşlarını görmüşüz.”
Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâpük-süvârın görmişüz
“ Biz, bu meydanda sermayesi sadece öldürücü bir âh oku olan nice hızlı süvariler görmüşüz.”
Bir gün eyler dest-beste pâygâhı câygâh
Bî-aded mağrûr-ı sadr-ı i’tibârın görmüşüz
“Bir gün, elini bağlayıp kapı dibini mekân tutan, itibarlı makamlarının sayısız mağrur kimselerini görmüşüz.”
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz
“Ey Nabî! Biz bu içki meclisinde, içtikleri murat kadehleri gün gelip dilenci kâsesine dönenen nice şarap içiciler görmüşüz.”
--------------------
-kalmamış redifli gazel
fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
Gülsitân-ı dehre geldük reng yok bû kalmamış
Sâye-endâz-ı kerem bir nahl-i dil-cû kalmamış
“Dünya bahçesine geldik, ne rengi, ne kokusu kalmış. İnsana kerem gölgesi salan gönül çekici bir fidan kalmamış.”
Eylemiş der-beste dükkânın tabîb-i rûzgâr
Hokka-i pîrûze-i gerdûnda dârû kalmamış
“Zamane doktoru, iş yerinin kapısını kapamış. Feleğin mavi renkli şişesinde ilaç kalmamış.”
Teşnegânun çâk çâk olmış leb-i hâhişgeri
Çeşmesâr-ı merhametde bir içim su kalmamış
“Susamış insanların hasret çeken dudakları parça parça olmuş; fakat merhamet çeşmesinde bir yudum su bile kalmamış.”
Kadrin anlar yok bilür yok merdüm-i sencîdenün
Çâr-sûy-ı kâbiliyyetde terâzû kalmamış
“Seçkin insanların kıymetini bilen yok. Sanki yetenek çarşısında onu tartıp değerlendirecek terazi kalmamış.”
Ceyş-i gamdan kanda itsün ilticâ ehl-i niyâz
Kal‘a-i himmetde Nâbî burc u bârû kalmamış
“Yalvarıp yakaran insanlar gam askerinin zulmünden nereye sığınsın? Ey Nabî, himmet kalesinde burç kalmamış.”
-usanduk redifli gazel
mef‘ûlü mefâ‘îlü mefâ‘îlü fe‘ûlün
Bir devlet içün çerhe temennâdan usanduk
Bir vasl içün ağyâra müdârâdan usanduk
“Bir anlık talihimizin açılması için feleğe yalvarmaktan usandık. Sevgiliye bir anlık kavuşma içen rakiplere (yabancılara) iyi görünmeye çalışmaktan usandık.”
Hicrân çekerek zevk-i mülâkâtı unutduk
Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usanduk
“Hicran çeke çeke sevgiliyle buluşup konuşmanın zevkini unuttuk. Mahmur ola ola da şarabın lezzetinden usandık.”
Düşdük katı çokdan heves-i vuslata ammâ
Ol dâ‘iye-i dağdağa-fermâdan usanduk
“Çoktan, büyük bir vuslat hevesine düştük, ama karışıklık çıkaran, huzurumuzu bozan bu isteklerden usandık.”
Dil gamla dahı dest ü girîbândan usanmaz
Bir yâr içün ağyâr ile gavgâdan usanduk
“Gönül, dertleriyle yaka paça olmaktan usanmaz; fakat bir sevgili için rakiplerle (yabancılarla) kavgadan usandık.”
Nâbî ile ol âfetün ahvâlini nakl it
Efsâne-i Mecnûn ile Leylâ'dan usanduk
“Nabî ile o sevgilinin macerasını anlat; Mecnun ile Leyla efsanesinden usandık.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.