Köy Edebiyatı
Atatürk'ün İzmir'de toplanan İktisat Kongresi (1923)'nde artık kılıcın yerini sabanın alması gerektiğini belirtmesi ve "köylü efendimizdir" demesi ülkenin kalkınmasında gözlerin yeni bir hedefe çevrildiğinin ifadesidir. Eğitim, sağlık ve tarım hizmetlerinin ülkenin her tarafına götürülmesi için büyük gayret sarfedilmiştir. Hatıralarını yazan öğretmenler sayesinde, öğretmenlerin faaliyetleriyle ilgili bilgimiz varsa da sıtma, frengi, trahom, verem gibi insanımızı kemiren nice hastalıkla edilen mücadelenin hikâyeleri hâlâ yazılmamıştır. Bu mücadelelerin kazanılmasıdır ki nüfusun artmasına yol açmış, hattâ "10. Yıl Marşı"nda bu nokta dile getirilmiştir.
Halide Edib, Yakup Kadri, Falih Rıfkı'nın belirttikleri gibi, Yunanlıların çekilirken sistemli bir şekilde "bir daha üzerinde ot bitmesin"62 dercesine yakıp yıktıkları, bereketli toprakların yeniden yaşanır hâle gelmesi için çalışan insanların hikâyeleri de henüz yazılmamıştır. 1925'te Faruk Nafiz Çamlıbel'in yazdığı Canavar oyununun etkisi yıllarca devam etmiştir. Eğitimin köylülere ulaşması, köylü gençlerin yetişmesini, bunların arasında eli kalem tutanların kendi köyleriyle ilgili eserler yazmalarını sağlamıştır; özellikle roman ve hikâyeden oluşan bir yığın tutan bu eserler 1950 sonrası edebiyatımızda "köy edebiyatı" adıyla anılmaktadır.63
Sadri Ertem (1900-1943) gençleri bu alanda yetiştiren bir gazetecidir. Çıkrıklar Durunca (1931) adlı romanı Osmanlı Devleti'ni çökerten sebepler, kapitülasyonlar üzerinde durur ve yazarın "misyon" sahibi olması gerektiğine olan inancı ile yazdığı ilk işçi romanlarındandır. Küçük hikâyelerinde de aynı temlere temas eder: Bacayı İndir Bacayı Kaldır (1933).
Reşat Enis Aygen (1909-1984)'in eserleri de üslûp değil, konu bakımından ilgi uyandırmıştır Toprak Kokusu (1944)'nda I. Dünya Savaşı ağa/köylü konularını ele alır; Adana dolaylarından ilk söz edenlerden biridir. Toprak reformu, siyasî çekişmeler, işçi ve köy konuları başta olmak üzere döneminin bütün meseleleri bu romanlarda büyük bir karamsarlıkla anlatılmıştır.
Halide Edib, Yakup Kadri, Falih Rıfkı'nın belirttikleri gibi, Yunanlıların çekilirken sistemli bir şekilde "bir daha üzerinde ot bitmesin"62 dercesine yakıp yıktıkları, bereketli toprakların yeniden yaşanır hâle gelmesi için çalışan insanların hikâyeleri de henüz yazılmamıştır. 1925'te Faruk Nafiz Çamlıbel'in yazdığı Canavar oyununun etkisi yıllarca devam etmiştir. Eğitimin köylülere ulaşması, köylü gençlerin yetişmesini, bunların arasında eli kalem tutanların kendi köyleriyle ilgili eserler yazmalarını sağlamıştır; özellikle roman ve hikâyeden oluşan bir yığın tutan bu eserler 1950 sonrası edebiyatımızda "köy edebiyatı" adıyla anılmaktadır.63
Sadri Ertem (1900-1943) gençleri bu alanda yetiştiren bir gazetecidir. Çıkrıklar Durunca (1931) adlı romanı Osmanlı Devleti'ni çökerten sebepler, kapitülasyonlar üzerinde durur ve yazarın "misyon" sahibi olması gerektiğine olan inancı ile yazdığı ilk işçi romanlarındandır. Küçük hikâyelerinde de aynı temlere temas eder: Bacayı İndir Bacayı Kaldır (1933).
Reşat Enis Aygen (1909-1984)'in eserleri de üslûp değil, konu bakımından ilgi uyandırmıştır Toprak Kokusu (1944)'nda I. Dünya Savaşı ağa/köylü konularını ele alır; Adana dolaylarından ilk söz edenlerden biridir. Toprak reformu, siyasî çekişmeler, işçi ve köy konuları başta olmak üzere döneminin bütün meseleleri bu romanlarda büyük bir karamsarlıkla anlatılmıştır.
Edebiyat ve sanatın "bir nevi propaganda" olduğunu belirten ve "sanatın bir tek ve sarih maksadı vardır: İnsanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmek, insanlarda bu yükselme arzusunu uyandırmak"64 diyen Sabahattin Ali (1907-1948) toplumsal gerçekçilik akımının sanatkâr hikâyecisidir. Değirmen (1935), Kağnı (1936), Ses (1937), Yeni Dünya (1943), Sırça Köşk (1947) adlı eserlerinde hikâyelerini toplayan yazarın üç de romanı vardır: Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940), Kürk Mantolu Madonna (1943).65 Sabahattin Ali toplum şartlarına yenik düşen kadınlara karşı büyük bir acıma duyduğunu hissettirir.
Kadın Yazarlar
Cumhuriyet sonrasının hayatımızdaki en önemli konularından biri köy ise, diğeri de kadın konusudur. Edebiyatımızda kadın konusu işlendiği gibi çok sayıda kadın yazar yetişir. "Kadın yazar" ayırımı doğru olmasa da Cumhuriyet sonrası yapılan inkılâpların yaygınlaşmasında kadın eğitiminin ve kadın haklarının kazanılması açısından önemlidir.66
Kaçınılamayan bir aşkın kaderlerini oluşturduğu insanların acıklı hikâyelerini sade bir yapı ve dille anlattığı Münevver, Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi, vb.romanlarıyla Güzide Sabri (18831946) okuyucularına çok gözyaşı döktürmüştür.67
Cumhuriyet'ten sonra yazdığı tezli romanı (Pervaneler, 1924) ile Müfide Ferit Tek (1892-1971), yazarlığa şiirle başladıkları halde sonraları, malzemesini çoklukla öğretmenlikle dolaştığı çevrelerden alan romanlarıyla Şükufe Nihal Başar (1896-1973) ve Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984)'nın da adları anılmalıdır. Her iki yazar da kadın sorunları ve Anadolu üzerinde dururlar. Halide Nusret Bir Devrin Romanı (1978) ve Benim Küçük Dostlarım (1977)'da hatıralarını yazmıştır.
Muazzez Tahsin Berkand (1900-1984), Mükerrem Kâmil Su (1906-1984), Kerime Nadir (19171984), Mebrure Sami Koray (1907), Nur Tahsin Salor, Fakihe Odman (d. 1908), Cahit Uçuk (d. 1911), Nezihe Muhittin (d. 1916) dönemin ihtiyacına cevap veren çok sayıda eser yazdıktan sonra unutulmuşlardır.68
Türk romanında toplumsal gerçekçilik akımının, sosyalist edebiyatın ilk temsilcilerinden olan Suat Derviş (Baraner) (1905-1972) Yeni Edebiyat (1941) dergisini çıkarmıştır. Birçok romanı kitaplaşmamış olan Suat Derviş'te gerçekçilik ile masala has unsurlar karışıktır. Kara Kitap (1923),69 Ankara Mahpusu (1957), Fosforlu Cevriye (1968).
Muhafazakâr bir yazar olarak toplumdaki değişmelere Tanzimat'ın ilânından itibaren muhalif olan ve bunu sadece romanlarında değil, inceleme eserlerinde de gösteren Samiha Ayverdi (19061993) -roman olarak en iyi eseri Mesihpaşa İmamı (1944)'dır. İbrahim Efendi Konağı (1964) kendi biyografisiyle yakından ilgili, konağın çöküşünü anlatan bir eserdir.70-, Ciğerdelen (1947) romanıyla Safiye Erol (1900-1964), Yunus Emre ve Mevlânâ'yı işleyen romanlarıyla Nezihe Araz (d. 1922) -Dertli Dolap'ta (1961), Mevlânâ'nın Romanı (1962)- dönemin romancılarıdır.
Kaçınılamayan bir aşkın kaderlerini oluşturduğu insanların acıklı hikâyelerini sade bir yapı ve dille anlattığı Münevver, Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi, vb.romanlarıyla Güzide Sabri (18831946) okuyucularına çok gözyaşı döktürmüştür.67
Cumhuriyet'ten sonra yazdığı tezli romanı (Pervaneler, 1924) ile Müfide Ferit Tek (1892-1971), yazarlığa şiirle başladıkları halde sonraları, malzemesini çoklukla öğretmenlikle dolaştığı çevrelerden alan romanlarıyla Şükufe Nihal Başar (1896-1973) ve Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984)'nın da adları anılmalıdır. Her iki yazar da kadın sorunları ve Anadolu üzerinde dururlar. Halide Nusret Bir Devrin Romanı (1978) ve Benim Küçük Dostlarım (1977)'da hatıralarını yazmıştır.
Muazzez Tahsin Berkand (1900-1984), Mükerrem Kâmil Su (1906-1984), Kerime Nadir (19171984), Mebrure Sami Koray (1907), Nur Tahsin Salor, Fakihe Odman (d. 1908), Cahit Uçuk (d. 1911), Nezihe Muhittin (d. 1916) dönemin ihtiyacına cevap veren çok sayıda eser yazdıktan sonra unutulmuşlardır.68
Türk romanında toplumsal gerçekçilik akımının, sosyalist edebiyatın ilk temsilcilerinden olan Suat Derviş (Baraner) (1905-1972) Yeni Edebiyat (1941) dergisini çıkarmıştır. Birçok romanı kitaplaşmamış olan Suat Derviş'te gerçekçilik ile masala has unsurlar karışıktır. Kara Kitap (1923),69 Ankara Mahpusu (1957), Fosforlu Cevriye (1968).
Muhafazakâr bir yazar olarak toplumdaki değişmelere Tanzimat'ın ilânından itibaren muhalif olan ve bunu sadece romanlarında değil, inceleme eserlerinde de gösteren Samiha Ayverdi (19061993) -roman olarak en iyi eseri Mesihpaşa İmamı (1944)'dır. İbrahim Efendi Konağı (1964) kendi biyografisiyle yakından ilgili, konağın çöküşünü anlatan bir eserdir.70-, Ciğerdelen (1947) romanıyla Safiye Erol (1900-1964), Yunus Emre ve Mevlânâ'yı işleyen romanlarıyla Nezihe Araz (d. 1922) -Dertli Dolap'ta (1961), Mevlânâ'nın Romanı (1962)- dönemin romancılarıdır.
Peride Celâl (d. 1915) yazdığı popüler aşk romanlarından sonra yeni anlatım tekniklerini deneyerek romancılığının yeni devresine başlamıştır: Üç Kadının Romanı (1954), Kırkıncı Oda (1958), Gecenin Ucundaki Işık (1963), Güz Şarkısı (1966), Evli Bir Kadının Günlüğünden (1971), Üç Yirmidört Saat (1977), Kurtlar (1990). Hikâyeleri: Jaguar (1978), Pay Kavgası (1985), Bir Hanımefendinin Ölümü (1981), Mektup (1994).
Hikâyeciler
19. yüzyılın son yıllarında ve 20. yüzyılın başında doğan ve roman yazmış olsalar da kendilerini hikâyeci olarak kabul ettirmiş olan yazarlarımızın doğum tarihleri arasında büyük farklar vardır. 71 1895 doğumlu Fahri Celâl 1923'te yazarlığının son basamağına ulaşmıştır. Buna karşılık 1883 doğumlu Memduh Şevket Esendal, eserlerini daha sonra verecektir. Aşağıdaki sıralamada doğum tarihleri esas tutulmuştur.
1900 Öncesi Doğan Hikâyeciler
Memduh Şevket Esendal (1883-1952) Ayaşlı ve Kiracıları'nda (Vakit gazetesi, 1934) zengin Ayaşlı İbrahim Efendi'nin evindeki bir odada oturan banka memuru kiracının ağzından, öteki odalarda oturanları ve birbirleriyle münasebetlerini anlatır. Esendal asıl ününü küçük hikâyeleriyle yapmıştır. Hikâyeler (2 c. 1946). Esendal'ın eserleri hiç bir ideolojik görüşü yansıtmaz. O hikâyelerinde sıradan insanların en basit hareketlerini, davranışlarını anlatırken insan ilişkilerinin ne kadar çetrefil olduğunu, uyum sağlamanın her zaman mümkün olmadığını da sezdirir. "Ben, insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım. İnsanları yoğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoşlanmam. Zaten tam bir refah içinde, huzur içinde yaşamıyoruz. Bir de karanlık, kötü şeylerden bahsederlerse bize, onları okursak. Bu, insanları bir havana koyup ezmeye benzer... Halbuki insanların içinde bir umut olmalı... Yaşama umudu, neşe vermeli insana okudukları..." demektedir.72
Halikarnas Balıkçısı (1886-1973) (Cevat Şakir Kabaağaçlı)73 zengin hayat macerasının ve büyük bir kültür birikiminin sahibi ve eserlerinde bir bakıma Yahya Kemal'in gerçekleşmesini denediği Akdenizli edebiyatını oluşturan bir şahsiyettir. Üslûbuna sık sık çeşitli nidalar hâlinde yansıyan coşkun mizacı Mavi Sürgün (1971) diye adlandırdığı Bodrum'a sürülüşünün arttırdığı deniz tutkusunu işlemiş ve deniz insanı ile toprağı işleyenleri karşılaştırmıştır. Aganta Burina Burinata (1946), Ötelerin Çocuğu (1956), Uluç Reis (1962), Deniz Gurbetçileri (1969) gibi romanlarında deniz tutkunu insanlar, tutkulu ve coşkun bir üslûpla anlatılmıştır. Hikâyeleri Ege Kıyılarından (1939), Merhaba Akdeniz (1947), Ege'nin Dibi (1952), Yaşasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957), Ege'den (1972), Gençlik Denizlerinde (1973) adlı kitaplarında toplanmıştır. Hakkı Kâmil Beşe (1889-1982), F. Celâlettin (1895-1975) (Fahri Celâl Göktulga) yazdıklarıyla gerçek hayattan sahneler anlatmışlardır.
Halikarnas Balıkçısı (1886-1973) (Cevat Şakir Kabaağaçlı)73 zengin hayat macerasının ve büyük bir kültür birikiminin sahibi ve eserlerinde bir bakıma Yahya Kemal'in gerçekleşmesini denediği Akdenizli edebiyatını oluşturan bir şahsiyettir. Üslûbuna sık sık çeşitli nidalar hâlinde yansıyan coşkun mizacı Mavi Sürgün (1971) diye adlandırdığı Bodrum'a sürülüşünün arttırdığı deniz tutkusunu işlemiş ve deniz insanı ile toprağı işleyenleri karşılaştırmıştır. Aganta Burina Burinata (1946), Ötelerin Çocuğu (1956), Uluç Reis (1962), Deniz Gurbetçileri (1969) gibi romanlarında deniz tutkunu insanlar, tutkulu ve coşkun bir üslûpla anlatılmıştır. Hikâyeleri Ege Kıyılarından (1939), Merhaba Akdeniz (1947), Ege'nin Dibi (1952), Yaşasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957), Ege'den (1972), Gençlik Denizlerinde (1973) adlı kitaplarında toplanmıştır. Hakkı Kâmil Beşe (1889-1982), F. Celâlettin (1895-1975) (Fahri Celâl Göktulga) yazdıklarıyla gerçek hayattan sahneler anlatmışlardır.
Nahit Sırrı Örik (1895-1960) hatıraları, roman ve hikâyeleri ile tanınmıştır.74 Eve Düşen Yıldırım (1934), Kıskanmak (Tan, 1937; 1946), Sultan Hamit Düşerken (1947) adlı romanları aile çevresinde geçer, özellikle zayıf erkek kahramanların güçlü kadınlar tarafından tüketilmesine dayanır. Arka planda sosyal eleştiri yer alır. Kadınlar Arasında (1941) adlı kitabında ailesindeki kadınları tasvir etmiştir. Hikâyelerinde (Kırmızı ve Siyah, 1929; Sanatkârlar, 1932, Eski Resimler, 1933) çok iyi bildiği İstanbul'u ve özlemlerine kavuşamamış küskün insanların hayal kırıklıklarını, çoğunlukla aile çevresinde geçen olaylarla anlatmıştır.
Nahit Sırrı Selim İleri'nin Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver (1997) adlı romanında bir roman kahramanı olarak okuyucu karşısına çıkmıştır.
Nahit Sırrı Selim İleri'nin Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver (1997) adlı romanında bir roman kahramanı olarak okuyucu karşısına çıkmıştır.
1900 Sonrası Doğan Hikâyeciler
Kenan Hulusi Koray (1906-1943) Yedi Meşale'nin tek hikâyecisidir. Başlangıçta çölde geçen tutkulu, masalımsı aşk hikâyeleri (Bir Yudum Su, 1929) ile ün kazanmıştır. En güzel hikâyeleri Poe'nunkilerini andıran korku hikâyeleridir (Bahar Hikâyeleri,1939). Bir yanı ile Sadri Ertem'e bağlı, bir yanıyla da Sait Faik'i müjdeleyen Kenan Hulusi, askerliğini yaparken tifüsten ölmüştür.
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) en seçkin hikâyecilerimizdendir. İmzası 1929 yılından itibaren görülen Sait Faik75 edebiyat görüşünü şöyle açıklar: "Cemiyetimizde ahlâk telakkileri değişiyor. Bugün eskiler diye adlandırılan yaşlı muharrirler, hayata, cemiyete yukarıdan bakarlardı. Hâlâ da öyledirler. Hayata karışmıyorlar, yalnız tepeden seslenerek cemiyeti düzeltmek sevdasındalar. Bize gelince: cemiyeti düzeltmek hususunda hiç bir iddiamız yok. Biz cemiyette, insanlarımızla birlikte, aynı hayatı yaşamak istiyoruz."76
Sait Faik'in anlattığı şahıslar hiç de güzel, cazip değildirler. Ama onların hepsi bütün kusurlarıyla sevimlidirler, tıpkı hayat gibi.
Ziya Osman Saba (1910-1957)'nın genellikle hatıralarına dayanan hikâyelerinden oluşan kitapları Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (1952) ve Değişen İstanbul (1959)'dur. Ziya Osman Saba'nın edebiyatımızda eserlerinin dışında, pek söz edilmeyen iki önemli katkısı vardır: arkadaşı ve dostu Cahit Sıtkı Tarancı'nın kendisine yazdığı mektupları onun ölümünden sonra arkadaşı adına yayımlaması [Ziya'ya Mektuplar (1957)] ve Kırımlı yazar Cengiz Dağcı'nın ilk romanını gözden geçirmesi. Böylece Cengiz Dağcı okuyucusunun karşısına temiz bir Türkçe ile çıkmış ve okuyucu tarafından sevilerek eserleri Türk edebiyatı içinde yerini almıştır.
Değişmeler karşısında geçmişi hatırlama, hatıraları yeniden yorumlama Ziya Osman Saba da olduğu gibi birçok yazarımızda da görülür. Bu tür eserler bir yandan geçmiş zamanı tanıtırken, bir yandan da bir tür aydın tavrını belirleyen tenkitler taşır.
Mahmut Özay (1908-1981), Samet Ağaoğlu (1909-1982), Hababam Sınıfı (1957) yazarı Rıfat Ilgaz77 (1911-1993); Orhan Hançerlioğlu (1916-1991) dikkat çeken hikâyecilerdendir. Samet Ağaoğlu bir kısmı babasından gelen zengin hatıralarını da kitaplaştırmıştır: Kuvayı Milliye Ruhu (1944), Babamın Arkadaşları (1958).
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) en seçkin hikâyecilerimizdendir. İmzası 1929 yılından itibaren görülen Sait Faik75 edebiyat görüşünü şöyle açıklar: "Cemiyetimizde ahlâk telakkileri değişiyor. Bugün eskiler diye adlandırılan yaşlı muharrirler, hayata, cemiyete yukarıdan bakarlardı. Hâlâ da öyledirler. Hayata karışmıyorlar, yalnız tepeden seslenerek cemiyeti düzeltmek sevdasındalar. Bize gelince: cemiyeti düzeltmek hususunda hiç bir iddiamız yok. Biz cemiyette, insanlarımızla birlikte, aynı hayatı yaşamak istiyoruz."76
Sait Faik'in anlattığı şahıslar hiç de güzel, cazip değildirler. Ama onların hepsi bütün kusurlarıyla sevimlidirler, tıpkı hayat gibi.
Ziya Osman Saba (1910-1957)'nın genellikle hatıralarına dayanan hikâyelerinden oluşan kitapları Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (1952) ve Değişen İstanbul (1959)'dur. Ziya Osman Saba'nın edebiyatımızda eserlerinin dışında, pek söz edilmeyen iki önemli katkısı vardır: arkadaşı ve dostu Cahit Sıtkı Tarancı'nın kendisine yazdığı mektupları onun ölümünden sonra arkadaşı adına yayımlaması [Ziya'ya Mektuplar (1957)] ve Kırımlı yazar Cengiz Dağcı'nın ilk romanını gözden geçirmesi. Böylece Cengiz Dağcı okuyucusunun karşısına temiz bir Türkçe ile çıkmış ve okuyucu tarafından sevilerek eserleri Türk edebiyatı içinde yerini almıştır.
Değişmeler karşısında geçmişi hatırlama, hatıraları yeniden yorumlama Ziya Osman Saba da olduğu gibi birçok yazarımızda da görülür. Bu tür eserler bir yandan geçmiş zamanı tanıtırken, bir yandan da bir tür aydın tavrını belirleyen tenkitler taşır.
Mahmut Özay (1908-1981), Samet Ağaoğlu (1909-1982), Hababam Sınıfı (1957) yazarı Rıfat Ilgaz77 (1911-1993); Orhan Hançerlioğlu (1916-1991) dikkat çeken hikâyecilerdendir. Samet Ağaoğlu bir kısmı babasından gelen zengin hatıralarını da kitaplaştırmıştır: Kuvayı Milliye Ruhu (1944), Babamın Arkadaşları (1958).
Haldun Taner (1916-1986) 1945 yılından itibaren başladığı yazı hayatında hikâye, deneme ve tiyatro alanlarında eser vermiştir. Haldun Taner'in hikâyeleri, Yaşasın Demokrasi (1949), Tuş (1951), Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu (1953), Ayışığında "Çalışkur" (1954), On İkiye Bir Var, Sancho'nun Sabah Yürüyüşü (1969), Yalıda Sabah (1983)'da toplanmıştır.
Hikâyelerini gözlemlerinden ve çevresindeki olaylardan çıkardığını söyleyen yazar, sosyal ve siyasî tenkitleri usta bir ironi ile vermiştir. Eserlerinde canlandırdığı kişiler genellikle İstanbul ile gecekondularında yaşarlar. Bazı hikâyeleri Almanya'daki işçileri ele alır. İstanbullu olan yazar gecekondularda oluşan alt kültürlerin ve oralara ulaşamayan devlet otoritesinin getirdiği boşluklara, çevre konularına dikkat çekmiştir.
Konularını günlük hayattan, tarihten, hatıralardan alan Haldun Taner bazı hikâyelerinde kurduğu fantastik dünya ile güçlü tenkitler yapar. Eserlerinde amacına uygun şekilde dil ile oynayabilen, güçlü ironisi ile emsalsiz bir hikâye yazarıdır. Arada kalmışlığın gerçeklerle yüz yüze gelmekten kaçınmanın bir sembolü olarak kullandığı "Devekuşu"nu sadece kurduğu tiyatroya ad olarak vermemiş, yıllarca "Devekuşuna Mektuplar" sütununda denemelerini yazmıştır. Haldun Taner'in seçtiği bu ad bile onun hitap ettiği okuyucunun da kusurlarını bildiğini hissettirir.
Hikâyelerini gözlemlerinden ve çevresindeki olaylardan çıkardığını söyleyen yazar, sosyal ve siyasî tenkitleri usta bir ironi ile vermiştir. Eserlerinde canlandırdığı kişiler genellikle İstanbul ile gecekondularında yaşarlar. Bazı hikâyeleri Almanya'daki işçileri ele alır. İstanbullu olan yazar gecekondularda oluşan alt kültürlerin ve oralara ulaşamayan devlet otoritesinin getirdiği boşluklara, çevre konularına dikkat çekmiştir.
Konularını günlük hayattan, tarihten, hatıralardan alan Haldun Taner bazı hikâyelerinde kurduğu fantastik dünya ile güçlü tenkitler yapar. Eserlerinde amacına uygun şekilde dil ile oynayabilen, güçlü ironisi ile emsalsiz bir hikâye yazarıdır. Arada kalmışlığın gerçeklerle yüz yüze gelmekten kaçınmanın bir sembolü olarak kullandığı "Devekuşu"nu sadece kurduğu tiyatroya ad olarak vermemiş, yıllarca "Devekuşuna Mektuplar" sütununda denemelerini yazmıştır. Haldun Taner'in seçtiği bu ad bile onun hitap ettiği okuyucunun da kusurlarını bildiğini hissettirir.
1946-1980 dönemi
1946 yılı Türkiye'de çoğulcu demokrasiye geçişin başlangıcını da teşkil eder, edebiyatımızın sonraki yıllarında görülen çok seslilik başlar. II. Dünya Savaşı'nın bitişi Avrupa'da yerleşik değerlerle yeni bir hesaplaşmayı getirmiştir. Artık Avrupa kültürüne daha rahat açılan yazarlarımız bu esintileri Türkiye'ye de taşırlar.
1940'lı yıllarda edebiyat dergilerinin edebiyatın gelişmesi ve yayılmasındaki etkileri büyüktür. Çoğu 1900-1919 arası doğmuş olan yazarlar, bu dönemin yazar kadrosunu oluştururlar.
1950'lerin küçük hikâyeciliğini hazırlayan en önemli faaliyetlerden biri Salim Şengil'in çıkardığı (d. 1916) Seçilmiş Hikâyeler Dergisi'nin (1947-1957) hikâyecilere sağladığı geniş imkândır.
1940'lı yıllarda edebiyat dergilerinin edebiyatın gelişmesi ve yayılmasındaki etkileri büyüktür. Çoğu 1900-1919 arası doğmuş olan yazarlar, bu dönemin yazar kadrosunu oluştururlar.
1950'lerin küçük hikâyeciliğini hazırlayan en önemli faaliyetlerden biri Salim Şengil'in çıkardığı (d. 1916) Seçilmiş Hikâyeler Dergisi'nin (1947-1957) hikâyecilere sağladığı geniş imkândır.
1920 Öncesi Doğumlular
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)78 şiir, roman, hikâye, deneme, inceleme türlerinde eser vermiş büyük bir yazardır. O, kendi ifadesiyle "asrın kapısında" doğmuş ve şahsiyetini bulmasında büyük rolü olan Yahya Kemal'le karşılaşmıştır. Onun derslerinde, yaşanan günlerin acıları ve ebedî değerler uğruna verilen mücadele, edebiyatın ölmez eserleriyle birleşmiştir. Tanpınar ömrü boyunca Türk tarihine, mutlak değerler silsilesinin tezahürü olarak bakmış, Türk milletinin millî ve evrensel değerlerini farkederek eserlerinde işlemiştir. Geniş kültürü, edebiyatın yanı sıra resim, heykel, müzik gibi sanat eserlerini tanıması ve zengin hayal gücünü hiç bir zaman gerçeğin şartlarını unutturacak kadar fantezilerinin emrine vermemesi, sanatının anahtarını teşkil eder.
Romanları Huzur (1949) ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Yeni İstanbul'da tefrika 1954; 1962), Sahnenin Dışındakiler (Yeni İstanbul'da 1950; 1973)'dir. Mahur Beste (Ülkü'de tefrika 1944) ile müsveddelerinden derlenen Aydaki Kadın79 adlı romanları yarım kalmıştır.
Mahur Beste'si onun romancılığının önemli bir cephesini verir. Eserin sonuna eklediği "Behçet Beyefendi'ye Mektup" Tanpınar'ın hem çalışma şeklini hem de roman anlayışını ortaya koyar: "Siz kâinatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin dışına atmış. Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür."80 Batı tekniklerini iyi inceleyen Tanpınar Proust, Huxley ve Joyce üzerinde durmuştur. Huzur romanında onların tekniğini kullandığı görülür.
Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler için bir hareket noktası olmuştur. Huzur ve Sahnenin Dışındakiler'de ayrıntılarla işlenen kişilerin derinlikleri ve Türke has değerler, evrensel boyutlarıyla ortaya konmuştur. Mehmet Kaplan'ın "Bir şairin romanı", Fethi Naci'nin "Türkçenin en güzel aşk romanı"81 diye nitelendirdikleri Huzur, genellikle ihtiva ettiği fikirler açısından ele alınmıştır.
Tanpınar'ın kendisinden birçok çizgi taşıyan Mümtaz'da ortaya koyduğu aydın sorumluluğu, romanımızda Yakup Kadri'den sonra yeniden belirmiştir ve yıllar sonra Tanpınar'ın etkisi sadece yazma tarzında değil, aydın kavramına bağlı olarak seçkinlerin, kültürlülerin dünyasını yazma şeklinde nice yazarı etkileyecektir. Tanpınar hayatta iken kadrinin bilinmemesinden çok yakınmış olmakla birlikte, yaptığının doğruluğuna inanarak yolunda devam etmiş bir yazardır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü Tanpınar'ın büyük ve bir eşi daha olmayan, ironik anlatımın her tonlamasını kullandığı, Osmanlı döneminin olduğu kadar, Cumhuriyet'in ilk dönemlerini de bürokrasiden, modalara kadar her kurumunu derinden eleştirdiği romanıdır.82 Eserde Huzur'da olduğu gibi yaşayan kişilerden hareket etmesi bu romanlara birer "anahtar roman" niteliği de vermektedir.
Sayısı az olmakla birlikte [Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943) ve Yaz Yağmuru (1955)] Tanpınar'ın hikâyeleri görünenle görünmeyenin ardını araştıran, kimisi fantastik niteliktedir.83
Tanpınar asla tekdüzeliğe düşmeyerek her zaman kendi kendine kalmayı başarmış bir yazardır. Bu özelliği mektuplarında da görülür.84
Kemal Tahir (1910-1973) konusunu köyden alanlar ve tarih dönemlerinden alanlar olmak üzere iki kümeye ayrılabilecek çok sayıda eserin sahibidir. Göl İnsanları (1955)'nda topladığı hikâyelerindeki güçlü tasvirler, etkili anlatım romanlarında gevşemiştir. İncelemeciler Kemal Tahir'in köy ve köylüyü sadece hapishanede tanıdığı için duyduklarını yazmakla yetindiğini belirtirler. Gerçekten de yazarın her türlü sapıklık ve kötülükle dolu kahramanlarının ne köylüyü ne de insanı temsil ettikleri söylenebilir.
Kemal Tahir'in Osmanlı'nın kuruluşunu anlattığı Devlet Ana (1967) dışında, konusunu tarihten aldığı eserleri yakın tarihimizle ilgilidir. Esir Şehrin İnsanları (1956), Esir Şehrin Mahpusu (1962), Yorgun Savaşçı (1965), Kurt Kanunu (1969), Yol Ayrımı (1971). Bunlardan Köy Enstitülerinin kurulmasını hem politikacılar hem köylüler arasında ele alan Bozkırdaki Çekirdek (1967) adlı eseri her iki bölüme de girebilecek niteliktedir.
Mahur Beste'si onun romancılığının önemli bir cephesini verir. Eserin sonuna eklediği "Behçet Beyefendi'ye Mektup" Tanpınar'ın hem çalışma şeklini hem de roman anlayışını ortaya koyar: "Siz kâinatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin dışına atmış. Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür."80 Batı tekniklerini iyi inceleyen Tanpınar Proust, Huxley ve Joyce üzerinde durmuştur. Huzur romanında onların tekniğini kullandığı görülür.
Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler için bir hareket noktası olmuştur. Huzur ve Sahnenin Dışındakiler'de ayrıntılarla işlenen kişilerin derinlikleri ve Türke has değerler, evrensel boyutlarıyla ortaya konmuştur. Mehmet Kaplan'ın "Bir şairin romanı", Fethi Naci'nin "Türkçenin en güzel aşk romanı"81 diye nitelendirdikleri Huzur, genellikle ihtiva ettiği fikirler açısından ele alınmıştır.
Tanpınar'ın kendisinden birçok çizgi taşıyan Mümtaz'da ortaya koyduğu aydın sorumluluğu, romanımızda Yakup Kadri'den sonra yeniden belirmiştir ve yıllar sonra Tanpınar'ın etkisi sadece yazma tarzında değil, aydın kavramına bağlı olarak seçkinlerin, kültürlülerin dünyasını yazma şeklinde nice yazarı etkileyecektir. Tanpınar hayatta iken kadrinin bilinmemesinden çok yakınmış olmakla birlikte, yaptığının doğruluğuna inanarak yolunda devam etmiş bir yazardır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü Tanpınar'ın büyük ve bir eşi daha olmayan, ironik anlatımın her tonlamasını kullandığı, Osmanlı döneminin olduğu kadar, Cumhuriyet'in ilk dönemlerini de bürokrasiden, modalara kadar her kurumunu derinden eleştirdiği romanıdır.82 Eserde Huzur'da olduğu gibi yaşayan kişilerden hareket etmesi bu romanlara birer "anahtar roman" niteliği de vermektedir.
Sayısı az olmakla birlikte [Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943) ve Yaz Yağmuru (1955)] Tanpınar'ın hikâyeleri görünenle görünmeyenin ardını araştıran, kimisi fantastik niteliktedir.83
Tanpınar asla tekdüzeliğe düşmeyerek her zaman kendi kendine kalmayı başarmış bir yazardır. Bu özelliği mektuplarında da görülür.84
Kemal Tahir (1910-1973) konusunu köyden alanlar ve tarih dönemlerinden alanlar olmak üzere iki kümeye ayrılabilecek çok sayıda eserin sahibidir. Göl İnsanları (1955)'nda topladığı hikâyelerindeki güçlü tasvirler, etkili anlatım romanlarında gevşemiştir. İncelemeciler Kemal Tahir'in köy ve köylüyü sadece hapishanede tanıdığı için duyduklarını yazmakla yetindiğini belirtirler. Gerçekten de yazarın her türlü sapıklık ve kötülükle dolu kahramanlarının ne köylüyü ne de insanı temsil ettikleri söylenebilir.
Kemal Tahir'in Osmanlı'nın kuruluşunu anlattığı Devlet Ana (1967) dışında, konusunu tarihten aldığı eserleri yakın tarihimizle ilgilidir. Esir Şehrin İnsanları (1956), Esir Şehrin Mahpusu (1962), Yorgun Savaşçı (1965), Kurt Kanunu (1969), Yol Ayrımı (1971). Bunlardan Köy Enstitülerinin kurulmasını hem politikacılar hem köylüler arasında ele alan Bozkırdaki Çekirdek (1967) adlı eseri her iki bölüme de girebilecek niteliktedir.
Kemal Tahir kahramanlarını hiç sevmeyen yazarlardandır. Onun köyü anlamayı esas tuttuğu söylenirse de Osmanlı Devleti'nin çöküşü ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki hâliyle tasvir ettiği köy ve köylüden tiksindiği hissedilir. Kemal Tahir tasvir ettiği insanın sadece hayvanî ihtiyaçlarını görür ve anlatırken, onları insan kılan özelliklerini farketmez. Herkes para, mevki, çıkar ve cinsî arzularını tatmin peşindedir. Din, yüksek mevki, yetki sadece iğrençlikleri örten bir paravandır. Cahil köylü de bunlarla aldatılır.
Orhan Kemal (1914-1970) Baba Evi (1949) ve Avare Yıllar (1950) ve Cemile (1952) onun kendi hayatından alınmış romanlarından sonra yakından tanıdığı Adana çevresindeki tarım köylüsü ve dokuma fabrikalarında çalışan işçilerin, büyük şehre gelenlerin, gecekondulara yerleşerek, büyük şehir yaşayışına uyma çabalarını anlatır. Küçük hikâyelerinin yoğunluğunu taşımayan bu eserlerde, halk hikâyeciliği geleneğinin anlatım özellikleri bulunur. Murtaza (1952), Bereketli Topraklar Üzerinde (1954) ünlü eserlerindendir. Anlattığı insanlar iyice ezilmiş, kurtuluş umutları kalmamış, zavallı kişilerdir. Orhan Kemal kahramanlarını konuştururken şive taklitlerine başvurur. Çocuk işçilerin zayıf bedenlerinin gücünü aşan sorumlulukları anlatan hikâyelerin edebiyatımızdaki yeri çok özeldir. Eserlerinde anlattığı vasıfsız işçilerin, özellikle gurbetteki istismarları ve insanlık dışı bir yaşayışa mahkûm edilerek sömürülmeleri, Almanya'ya giden işçi hikâyelerine örnek olmuş gibidir.
Aziz Nesin (1915-1995) Sabahattin Ali ile birlikte Markopaşa gazetesini çıkarmış, gazetenin kapatılması üzerine onu Malûmpaşa, Merhumpaşa gazeteleri takip etmiştir. Çeşitli mahkûmiyetleri dolayısıyla takma adlar kullanmıştır. Aziz Nesin'in uluslararası çeşitli ödülleri vardır.
Mizahın etkisi fazla gevezeliğe kaçmadan vurucu bir darbe etkisi uyandırmayla sağlanır. Bundan dolayı da mizahın asıl uyarıcı etkisi kısa fıkralarda, skeçlerde veya kısa hikâyede bulunur. Mizahî hikâyelerinde [Geriye Kalan (1948), İt Kuyruğu (1955), Yedek Parça (1955), Fil Hamdi (1956), Damda Deli Var (1956), Koltuk (1957), Kazan Töreni (1957), Ölmüş Eşek (1957), Mahallenin Kısmeti (1957), Ah Biz Eşekler (1960), Biz Adam Olmayız (1962), vb.] olan başarısını Aziz Nesin'in gevşek yapılı, bol tekrara dayanan romanlarında bulmak mümkün değildir. 46 cilt içinde yer alan hikâye ve romanlarından on biri romandır.
Tarık Buğra (1918-1994) hikâyelerini Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954)'da toplamıştır. Romanlarında geniş bir coğrafyada ve tarihte dolaşmakla birlikte, onun asıl başarısı çok iyi tanıdığı kasaba hayatını ve insanını anlatırken görülür.85
Küçük Ağa, Dönemeçte, Yağmur Beklerken ve Osmancık şüphesiz ki Tarık Buğra'nın Türk edebiyatında yerini sağlamış eserleridir. Küçük Ağa Millî Mücadele'yi o güne kadar yazılanlardan daha farklı bir kapsam ve bakış açısından almasıyla dikkati çekmiş, değeri teslim edilmiştir. Eserin
Orhan Kemal (1914-1970) Baba Evi (1949) ve Avare Yıllar (1950) ve Cemile (1952) onun kendi hayatından alınmış romanlarından sonra yakından tanıdığı Adana çevresindeki tarım köylüsü ve dokuma fabrikalarında çalışan işçilerin, büyük şehre gelenlerin, gecekondulara yerleşerek, büyük şehir yaşayışına uyma çabalarını anlatır. Küçük hikâyelerinin yoğunluğunu taşımayan bu eserlerde, halk hikâyeciliği geleneğinin anlatım özellikleri bulunur. Murtaza (1952), Bereketli Topraklar Üzerinde (1954) ünlü eserlerindendir. Anlattığı insanlar iyice ezilmiş, kurtuluş umutları kalmamış, zavallı kişilerdir. Orhan Kemal kahramanlarını konuştururken şive taklitlerine başvurur. Çocuk işçilerin zayıf bedenlerinin gücünü aşan sorumlulukları anlatan hikâyelerin edebiyatımızdaki yeri çok özeldir. Eserlerinde anlattığı vasıfsız işçilerin, özellikle gurbetteki istismarları ve insanlık dışı bir yaşayışa mahkûm edilerek sömürülmeleri, Almanya'ya giden işçi hikâyelerine örnek olmuş gibidir.
Aziz Nesin (1915-1995) Sabahattin Ali ile birlikte Markopaşa gazetesini çıkarmış, gazetenin kapatılması üzerine onu Malûmpaşa, Merhumpaşa gazeteleri takip etmiştir. Çeşitli mahkûmiyetleri dolayısıyla takma adlar kullanmıştır. Aziz Nesin'in uluslararası çeşitli ödülleri vardır.
Mizahın etkisi fazla gevezeliğe kaçmadan vurucu bir darbe etkisi uyandırmayla sağlanır. Bundan dolayı da mizahın asıl uyarıcı etkisi kısa fıkralarda, skeçlerde veya kısa hikâyede bulunur. Mizahî hikâyelerinde [Geriye Kalan (1948), İt Kuyruğu (1955), Yedek Parça (1955), Fil Hamdi (1956), Damda Deli Var (1956), Koltuk (1957), Kazan Töreni (1957), Ölmüş Eşek (1957), Mahallenin Kısmeti (1957), Ah Biz Eşekler (1960), Biz Adam Olmayız (1962), vb.] olan başarısını Aziz Nesin'in gevşek yapılı, bol tekrara dayanan romanlarında bulmak mümkün değildir. 46 cilt içinde yer alan hikâye ve romanlarından on biri romandır.
Tarık Buğra (1918-1994) hikâyelerini Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954)'da toplamıştır. Romanlarında geniş bir coğrafyada ve tarihte dolaşmakla birlikte, onun asıl başarısı çok iyi tanıdığı kasaba hayatını ve insanını anlatırken görülür.85
Küçük Ağa, Dönemeçte, Yağmur Beklerken ve Osmancık şüphesiz ki Tarık Buğra'nın Türk edebiyatında yerini sağlamış eserleridir. Küçük Ağa Millî Mücadele'yi o güne kadar yazılanlardan daha farklı bir kapsam ve bakış açısından almasıyla dikkati çekmiş, değeri teslim edilmiştir. Eserin
kahramanlarını çocukluğunda ve babasının yanında tanıdığını belirten Tarık Buğra, iyi tanıdığı kasaba hayatı içinde Millî Mücadele'nin en güç anlarında kişileri, kendi benliklerini bulma ve yollarını seçme sürecinde ele almıştır. Seçme ile başlayan sorumluluk duygusunun kişilerde yarattığı hesaplaşma eserin en güzel sayfalarını teşkil eder.
Fethi Naci'nin "eylem içinde bilinçlenerek görüşlerinin tam karşıtı olan görüşlere ulaşmak"86 dediği bu psikolojik gelişme, usta romancı tarafından büyük bir başarıyla yansıtılmıştır.
Fethi Naci'nin "eylem içinde bilinçlenerek görüşlerinin tam karşıtı olan görüşlere ulaşmak"86 dediği bu psikolojik gelişme, usta romancı tarafından büyük bir başarıyla yansıtılmıştır.
Tiyatro tarihimizle ilgili olan İbiş'in Rüyası87 "sanatçı romanı" özelliği taşımaktadır.
Yağmur Beklerken Serbest Fırka'nın birkaç aylık kısa ömrünü, bir kasaba hayatında sebep olduğu çalkantılarla anlatırken, köylünün asıl bekleyişinin yağmur olduğunu hem ayrı hem de birbirini tamamlayan iki hikâye gibi sunar. Susuzluk ve yeni bir parti kurulması kasabanın hayatını alt üst eder. Fethi Naci aynı konuyu başarısız bir şekilde işleyen Kemal Tahir'le yaptığı karşılaştırmada haklı olarak "Kemal Tahir'de bulamadığımızı Tarık Buğra'da buluyoruz: Siyasal, toplumsal gerçekliklere tam bir romancı yaklaşımı" demektedir.88 Öteki romanları Gençliğim Eyvah (1979), Dünyanın En Pis Sokağı (1989).
Anadolu'yu, halk-devlet ilişkisini meslekleri dolayısıyla yakından tanıyan Bekir Sıtkı Kunt, Umran Nazif Yiğiter (1915-1964), İlhan Tarus (1907, 1967), Kemal Bilbaşar (1910-1983) gibi yazarların eserleri, edebiyat dışı ölçülerle de değerlendirmeyi gerektirmektedir. Kemal Bilbaşar hikâyeleri ve özellikle Cemo (1966) romanı ile büyük yankılar uyandırmıştır. "Çancının Karısı" (1953) adlı hikâyesinden yola çıkarak yazdığı Cemo ve onun devamı Memo (2 c., 1968-69) Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Şeyh Sait isyanı sırasında Doğu Anadolu'da ağa-köylü, ağa-memur ilişkilerini güzel ve hazin bir aşk hikâyesiyle verir. Kemal Bilbaşar masal ve destan dilini kullanarak halka ulaşmayı amaçlamıştır.
Samim Kocagöz (1916-1993)'ün89 konularını toprak meselelerinden, köy ve kasaba ve tarihî olaylardan alan, çok sayıda hikâye ve romanları bulunmaktadır. Yazar toplumun sarsıntılı dönemlerini romanlaştırmaya özen göstermiş, Kalpaklılar (1962) ve Doludizgin (1963) Millî Mücadele Yılan Hikâyesi ve Bir Çift Öküz'de çok partili dönemi, Onbinlerin Dönüşü'nde II. Dünya Savaşı yılları İstanbulu'nda öğrenci ve aydın çevrelerini, İzmir'in İçinde (1973), 27 Mayıs 1960, Tartışma (1976)'da 12 Mart 1971; Mor Ötesi (1986)'nde 12 Eylül 1980'i ele almıştır. İyi tanıdığı toprak insanının, çiftçinin makineleşme karşısındaki durumuna da yer veren yazarın anlatımı kurudur.
Mahmut Makal'ın Bizim Köy (1950)'ü Köy Enstitülerini bitirmiş birçok yazarı, "köy edebiyatı" adıyla anılan90 kalıp fikirlerin ardından köylünün anlatıldığı eserler yazmaya sevketmiştir. Bunların yerine daha sonra büyük şehirlere göç, işçiler ve gecekondu edebiyatı almıştır.
1950'den sonra tarihî romanların da sayısı artar. Turhan Tan (1885-1939), Refik Ahmet Sevengil, (1903-1970), Reşat Ekrem Koçu (1905-1975), Hasan İzzettin Dinamo'nun (1909-1989), Mithat Sertoğlu (1910-1989), Rağıp Yeşim (1910-1971), Feridun Fazıl Tülbentçi (1912-1982) bu alanın önde gelenleridir. 1950 hatta 1960'larda tefrika romanlarla bu gelenek, gazetelerde devam ediyordu. Bunların basit, sade anlatımları, okuyucuların tarih sevgisinin geliştirilmesinde etkili olmuştur. Kızıl Tuğ (1927) yazarı Abdullah Ziya Kozanoğlu (1906-1966) daha çok çocuk ve gençlik romancısı sayılmış, Türk tarihini ilk dönemlerinden başlayarak kahramanlık hikâyeleri, biyografik romanlarla anlatmıştır.
Anadolu'yu, halk-devlet ilişkisini meslekleri dolayısıyla yakından tanıyan Bekir Sıtkı Kunt, Umran Nazif Yiğiter (1915-1964), İlhan Tarus (1907, 1967), Kemal Bilbaşar (1910-1983) gibi yazarların eserleri, edebiyat dışı ölçülerle de değerlendirmeyi gerektirmektedir. Kemal Bilbaşar hikâyeleri ve özellikle Cemo (1966) romanı ile büyük yankılar uyandırmıştır. "Çancının Karısı" (1953) adlı hikâyesinden yola çıkarak yazdığı Cemo ve onun devamı Memo (2 c., 1968-69) Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Şeyh Sait isyanı sırasında Doğu Anadolu'da ağa-köylü, ağa-memur ilişkilerini güzel ve hazin bir aşk hikâyesiyle verir. Kemal Bilbaşar masal ve destan dilini kullanarak halka ulaşmayı amaçlamıştır.
Samim Kocagöz (1916-1993)'ün89 konularını toprak meselelerinden, köy ve kasaba ve tarihî olaylardan alan, çok sayıda hikâye ve romanları bulunmaktadır. Yazar toplumun sarsıntılı dönemlerini romanlaştırmaya özen göstermiş, Kalpaklılar (1962) ve Doludizgin (1963) Millî Mücadele Yılan Hikâyesi ve Bir Çift Öküz'de çok partili dönemi, Onbinlerin Dönüşü'nde II. Dünya Savaşı yılları İstanbulu'nda öğrenci ve aydın çevrelerini, İzmir'in İçinde (1973), 27 Mayıs 1960, Tartışma (1976)'da 12 Mart 1971; Mor Ötesi (1986)'nde 12 Eylül 1980'i ele almıştır. İyi tanıdığı toprak insanının, çiftçinin makineleşme karşısındaki durumuna da yer veren yazarın anlatımı kurudur.
Mahmut Makal'ın Bizim Köy (1950)'ü Köy Enstitülerini bitirmiş birçok yazarı, "köy edebiyatı" adıyla anılan90 kalıp fikirlerin ardından köylünün anlatıldığı eserler yazmaya sevketmiştir. Bunların yerine daha sonra büyük şehirlere göç, işçiler ve gecekondu edebiyatı almıştır.
1950'den sonra tarihî romanların da sayısı artar. Turhan Tan (1885-1939), Refik Ahmet Sevengil, (1903-1970), Reşat Ekrem Koçu (1905-1975), Hasan İzzettin Dinamo'nun (1909-1989), Mithat Sertoğlu (1910-1989), Rağıp Yeşim (1910-1971), Feridun Fazıl Tülbentçi (1912-1982) bu alanın önde gelenleridir. 1950 hatta 1960'larda tefrika romanlarla bu gelenek, gazetelerde devam ediyordu. Bunların basit, sade anlatımları, okuyucuların tarih sevgisinin geliştirilmesinde etkili olmuştur. Kızıl Tuğ (1927) yazarı Abdullah Ziya Kozanoğlu (1906-1966) daha çok çocuk ve gençlik romancısı sayılmış, Türk tarihini ilk dönemlerinden başlayarak kahramanlık hikâyeleri, biyografik romanlarla anlatmıştır.
Hüseyin Nihal Atsız (1905-1975) önce şiirle başlamış (Yolların Sonu, 1946) İslâmiyet öncesi Türk tarihiyle ilgilenmiş ve pek çok baskı yapan romanlar yazmıştır. Bozkurtların Ölümü (1946) Bozkurtlar Diriliyor (1949), Deli Kurt (1958), Ruh Adam (1973)'da Türklerin tarih alanına çıktıkları andan itibaren savundukları beşerî değerler anlatılmıştır.91 Tarih öğrenimi görmüş olan yazar çeşitli dergiler çıkararak özellikle İslâmiyet öncesi Türk tarihini tanıtmaya çalışmış ve birçok incelemeler yapmıştır.
1920 Doğumlular
1920 doğumlular 1950'den sonra eser vermeye başlamışlardır. Gazoz Ağacı (1954) ve Yaralı Hayvan (1956)'daki hikâyeleriyle Sait Faik'i hatırlatan Sabahattin Kudret Aksal (1920-1993)'ı ondan ayrılan temel fark Sait Faik'in avareliğinde mutlu Aksal'ın kahramanlarının ise kendilerini bir çember içinde mahkûm görmeleridir.
Korkunç Yıllar (1956), Yurdunu Kaybeden Adam'ı (1957), Onlar da İnsandı (1958) gibi romanlarında Kırımlı yazar Cengiz Dağcı (d. 1920)92 kendi izlenimlerinden II. Dünya Savaşı günlerini anlatmış, Kırımlı Türklerin kaderleriyle bir milletin hayatında feda edilemeyecek değerlerini dile getirmiş ve Kırım mekânını bin bir ayrıntısıyla edebiyatımıza sokmuştur.
Yalnız Kadın (1955), Değişik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay Büyürken Uyuyamam (1969)'ın yazarı Necati Cumalı (1921-2001) Makedonya 1900''da muhacir olmadan önceki Rumeli hatıralarını işlemiştir. Yoğun ve sağlam kuruluşlu hikâyeleri vardır.
Yaşar Kemal (d. 1922) (Kemal Sadık Göğçeli) zengin folklor birikimini kullanarak yazdığı romanlarla yurt içinde ve dışında büyük bir şöhret kazanmıştır. İnce Memed (1955)'e gördüğü rağbet dolayısıyla, halk hikâyeciliği geleneğindeki gibi yeni ciltler eklemiştir. İnce Memed'in sonraki ciltlerinde, siyasî hayatımızdaki "düzen değişmelidir" sloganını eşkiyanın gerçekleştireceği telkini başlar. Yaşar Kemal'in eserlerinde tarafsız okuyucuyu asıl zapteden kısımlar, onun severek anlattığı halk kültürü unsurlarıdır. Etrafında büyük bir propaganda yığını bulunan Yaşar Kemal de benzeri bazı yazarlar gibi ayrıntılı değerlendirmelerden henüz uzaktır.93Dağın Öte Yüzü üçlemesi, Üç Anadolu Efsanesi (1967), Ağrıdağı Efsanesi (1970), Binboğalar Efsanesi (1971), Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974) eserlerinden bazılarıdır.
Hikâyelerinde soyutlamaya ağırlık veren Vüsat O. Bener (d. 1922); Aylak Adam (1959) ve Anayurt Oteli (1973) adlı iki romanında da yalnızlık ve bunalımların hikâyesini anlatan Yusuf Atılgan (1921-1989) özellikle üslûbu dolayısıyla beğenilen yazarlardır.
Korkunç Yıllar (1956), Yurdunu Kaybeden Adam'ı (1957), Onlar da İnsandı (1958) gibi romanlarında Kırımlı yazar Cengiz Dağcı (d. 1920)92 kendi izlenimlerinden II. Dünya Savaşı günlerini anlatmış, Kırımlı Türklerin kaderleriyle bir milletin hayatında feda edilemeyecek değerlerini dile getirmiş ve Kırım mekânını bin bir ayrıntısıyla edebiyatımıza sokmuştur.
Yalnız Kadın (1955), Değişik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay Büyürken Uyuyamam (1969)'ın yazarı Necati Cumalı (1921-2001) Makedonya 1900''da muhacir olmadan önceki Rumeli hatıralarını işlemiştir. Yoğun ve sağlam kuruluşlu hikâyeleri vardır.
Yaşar Kemal (d. 1922) (Kemal Sadık Göğçeli) zengin folklor birikimini kullanarak yazdığı romanlarla yurt içinde ve dışında büyük bir şöhret kazanmıştır. İnce Memed (1955)'e gördüğü rağbet dolayısıyla, halk hikâyeciliği geleneğindeki gibi yeni ciltler eklemiştir. İnce Memed'in sonraki ciltlerinde, siyasî hayatımızdaki "düzen değişmelidir" sloganını eşkiyanın gerçekleştireceği telkini başlar. Yaşar Kemal'in eserlerinde tarafsız okuyucuyu asıl zapteden kısımlar, onun severek anlattığı halk kültürü unsurlarıdır. Etrafında büyük bir propaganda yığını bulunan Yaşar Kemal de benzeri bazı yazarlar gibi ayrıntılı değerlendirmelerden henüz uzaktır.93Dağın Öte Yüzü üçlemesi, Üç Anadolu Efsanesi (1967), Ağrıdağı Efsanesi (1970), Binboğalar Efsanesi (1971), Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974) eserlerinden bazılarıdır.
Hikâyelerinde soyutlamaya ağırlık veren Vüsat O. Bener (d. 1922); Aylak Adam (1959) ve Anayurt Oteli (1973) adlı iki romanında da yalnızlık ve bunalımların hikâyesini anlatan Yusuf Atılgan (1921-1989) özellikle üslûbu dolayısıyla beğenilen yazarlardır.
Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı gibi denizden nafakasını çıkaran insanları hikâyelerinde anlatan Zeyyat Selimoğlu (1922-2000); Sait Faik'in devamı olan ve hatıralarından hız alan Önce Ekmekler Bozuldu (1944) ve Aşksız İnsanlar (1949)'ın yazarı Oktay Akbal (d. 1923); yılkılıkları anlatan Abbas Sayar (1923-1999) (Yılkı Atı (1970), Çelo (1972), Can Şenliği (1974) ) da dikkati çeker.
Attilâ İlhan (d. 1925) Sokaktaki Adam (1953)'da kendi gençlik tecrübelerini işlemiştir. Zenciler Birbirine Benzemez (1957)'den sonra tarihi sorguladığı Kurtlar Sofrası (1963/64) ile siyasî niteliği ağır basan romanlar yazmıştır. Aynanın İçindekiler (1973-74)'de Türkiye'nin son elli yılını aydın ve asker kahramanlarıyla anlatan Atilla İlhan-millet olmak için tarih bilincini şart koştuğu için-bütün romanlarında kendi yorumuyla bu bilinci okuyucusuna aşılamaya çalışmış, cinselliğin her türünü işlemiştir.
Nezihe Meriç (d. 1925) kadınların yalnızlıklarını anlatan eserlerinde kullandığı şiirli dil ve bilinçaltını yoklayan yapısıyla ilk eserinden itibaren dikkati çekmiştir. Bozbulanık (1953), Topal Koşma (1956), Menekşeli Bilinç (1965), Dumanaltı (1979), Bir Kara Derin Kuyu (1989) adlı hikâye kitapları bulunan Nezihe Meriç'in bir de Korsan Çıkmazı (1961) adlı romanı vardır.
Köy romanlarıyla ünlenen Talip Apaydın, Mehmet Başaran (d. 1926) ve öğretmen Yusuf Ziya Bahadınlı (d. 1927) tanıdıkları köyü anlatırlar. İlk romanı Yılanların Öcü (1959) ile ünlenen Fakir Baykurt (1929-1999) romancılığını aynı çizgide devam ettirmiş, köylünün kader saydığı yoksulluktan kurtulması için mücadeleci tiplere ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Bu konuda en olumlu eleştirileri alan Kaplumbağalar olmuştur.
Harput şehrinin savaşlar, yabancı sermaye, misyonerlerin yerli halk üzerindeki bölücü etkileriyle çöküşünü anlattığı Yukarı Şehir (1986), Toprak Kurşun Geçirmez (1988), Yüz Uzun Yıl (1993) ile Şemsettin Ünlü (d. 1928) edebiyatımızda henüz hakkettikleri ilgiyi görmemiş yazarlardandır.
Bürokrasi tecrübelerinin eserlerinde geniş yer aldığı, iletişimsiz insanların sembolik olarak anlatıldığı eserleriyle Hikmet Erhan Bener (d. 1929) dikkati çeken isimlerdir.
Adalet Ağaoğlu (d. 1929), 1970 sonrası büyük bir ün kazanmış yazarlardandır. Adalet Ağaoğlu geniş kültürü ile romanda yeni yollar ve anlatım şekilleri denemiştir. İlk romanı olan Ölmeye Yatmak (1973) bir saat içinde intihar amacıyla bir otel odasına kapanan bir doçent hanımın hatırlayışlarıyla, geniş bir zamanı içine alan, iç içe geçmiş zamanları işler. Bu roman Bir Düğün Gecesi (1979) ve Hayır (1987) ile de bağlantılıdır. Bu üç roman Dar Zamanlar Üçlemesi (1994) adıyla basılmıştır. Adalet Ağaoğlu, toplumdaki değişmelerden, kişilerin sınıf değiştirmesinden söz eder. Ortak kişilerle birbirine bağlanan bu eserlerde kişilerin değişme süreçleri de takip edilebilir.
Modern anlatım teknikleri, romanların çok değişik yorumlanma ve değerlendirmelerine yol açmaktadır. Adalet Ağaoğlu eserlerinde yeni anlatım tekniklerini uyguladığı gibi günümüz romanının önde gelen özelliklerinden olan cinsellik konusunu da her eserinde dozu artan bir şekilde işlemektedir.
Attilâ İlhan (d. 1925) Sokaktaki Adam (1953)'da kendi gençlik tecrübelerini işlemiştir. Zenciler Birbirine Benzemez (1957)'den sonra tarihi sorguladığı Kurtlar Sofrası (1963/64) ile siyasî niteliği ağır basan romanlar yazmıştır. Aynanın İçindekiler (1973-74)'de Türkiye'nin son elli yılını aydın ve asker kahramanlarıyla anlatan Atilla İlhan-millet olmak için tarih bilincini şart koştuğu için-bütün romanlarında kendi yorumuyla bu bilinci okuyucusuna aşılamaya çalışmış, cinselliğin her türünü işlemiştir.
Nezihe Meriç (d. 1925) kadınların yalnızlıklarını anlatan eserlerinde kullandığı şiirli dil ve bilinçaltını yoklayan yapısıyla ilk eserinden itibaren dikkati çekmiştir. Bozbulanık (1953), Topal Koşma (1956), Menekşeli Bilinç (1965), Dumanaltı (1979), Bir Kara Derin Kuyu (1989) adlı hikâye kitapları bulunan Nezihe Meriç'in bir de Korsan Çıkmazı (1961) adlı romanı vardır.
Köy romanlarıyla ünlenen Talip Apaydın, Mehmet Başaran (d. 1926) ve öğretmen Yusuf Ziya Bahadınlı (d. 1927) tanıdıkları köyü anlatırlar. İlk romanı Yılanların Öcü (1959) ile ünlenen Fakir Baykurt (1929-1999) romancılığını aynı çizgide devam ettirmiş, köylünün kader saydığı yoksulluktan kurtulması için mücadeleci tiplere ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Bu konuda en olumlu eleştirileri alan Kaplumbağalar olmuştur.
Harput şehrinin savaşlar, yabancı sermaye, misyonerlerin yerli halk üzerindeki bölücü etkileriyle çöküşünü anlattığı Yukarı Şehir (1986), Toprak Kurşun Geçirmez (1988), Yüz Uzun Yıl (1993) ile Şemsettin Ünlü (d. 1928) edebiyatımızda henüz hakkettikleri ilgiyi görmemiş yazarlardandır.
Bürokrasi tecrübelerinin eserlerinde geniş yer aldığı, iletişimsiz insanların sembolik olarak anlatıldığı eserleriyle Hikmet Erhan Bener (d. 1929) dikkati çeken isimlerdir.
Adalet Ağaoğlu (d. 1929), 1970 sonrası büyük bir ün kazanmış yazarlardandır. Adalet Ağaoğlu geniş kültürü ile romanda yeni yollar ve anlatım şekilleri denemiştir. İlk romanı olan Ölmeye Yatmak (1973) bir saat içinde intihar amacıyla bir otel odasına kapanan bir doçent hanımın hatırlayışlarıyla, geniş bir zamanı içine alan, iç içe geçmiş zamanları işler. Bu roman Bir Düğün Gecesi (1979) ve Hayır (1987) ile de bağlantılıdır. Bu üç roman Dar Zamanlar Üçlemesi (1994) adıyla basılmıştır. Adalet Ağaoğlu, toplumdaki değişmelerden, kişilerin sınıf değiştirmesinden söz eder. Ortak kişilerle birbirine bağlanan bu eserlerde kişilerin değişme süreçleri de takip edilebilir.
Modern anlatım teknikleri, romanların çok değişik yorumlanma ve değerlendirmelerine yol açmaktadır. Adalet Ağaoğlu eserlerinde yeni anlatım tekniklerini uyguladığı gibi günümüz romanının önde gelen özelliklerinden olan cinsellik konusunu da her eserinde dozu artan bir şekilde işlemektedir.
Hattâ Ruh Üşümesi (1991)'nde bu konuda ayrı bir kadın söylemi ve lugatı yaratma çabasında bulunmuştur.
Adalet Ağaoğlu hikâyelerini Yüksek Gerilim (1974), Hadi Gidelim (1982)'de toplamıştır. Yazarın hatıra-roman veya "anlatı" diye nitelendirdiği eserleri Göç Temizliği (1985), Geçerken (1986), Gece Hayatım (1991)'dır.
Adalet Ağaoğlu hikâyelerini Yüksek Gerilim (1974), Hadi Gidelim (1982)'de toplamıştır. Yazarın hatıra-roman veya "anlatı" diye nitelendirdiği eserleri Göç Temizliği (1985), Geçerken (1986), Gece Hayatım (1991)'dır.
1930 Doğumlular
Bir iki istisnanın dışında 1930'lu yıllarda doğanlar 1960 sonrası şöhretlerini kazanırlar. Üzerlerinde biraz daha geniş durulacak olanlar dışında dikkate çekenler şunlardır: Muzaffer Buyrukçu (d. 1930), Bilge Karasu (1930-1995), öğretmen ve sendikacı Dursun Akçam (d. 1930); Kötümserliği isyanla aşmaya çalışan hikâyeleriyle Leyla Erbil (d. 1931); ilgi ile karşılanan Yanık Saraylar (1965)'la Sevim Burak (1931-1983); hikâyelerinde Sait Faik, Memduh Şevket Esendal gibi sıradan insanların yaşayışlarını anlatan Tarık Dursun K. (d. 1931); Kilit (1971) romanıyla Selçuklulardan başlayarak yakın tarihe kadar uzun bir dönemi romanlaştıran M. Necati Sepetçioğlu (d. 1932), Ayhan Bozfırat (1932-1981); Kıbrıs'ta yaşadığı savaş ortamını anlattığı Mücahitler (1971) Girne'den Yol Bağladık (1976) gibi romanlarıyla Türkiye'de ünlenen Özker Yaşın (d. 1932); gerçeküstü, bilim-kurgu, kara mizahtan bol yararlanan Orhan Duru (d. 1933); dil konusunda titiz Tahsin Yücel (d. 1933); çarpıcı hayat sahnelerini yansıtırlar. Mizah yazılarıyla Muzaffer İzgü (d. 1933), Reşo Ağa (1968)'sıyla Bekir Yıldız (1933-1998); kadınların iç dünyalarını yansıtan Selçuk Baran (1933-1999); Demirtaş Ceyhun (d. 1934), Tektaş Ağaoğlu (d. 1934), Mübeccel İzmirli (1934-1982); Meral Çelen (d. 1934); Güner Ener (d. 1935); Nurten Karas; çevreye yabancılaşma temini başarıyla işleyen Demir Özlü (d. 1935); duyarlılıkla yazılmış çoğu köy konusunu işleyen hikâyeleriyle Şevket Bulut (1936-1996); tarihî ve siyasî yorumlarla köy romanları da yazmış olan Erol Toy (d. 1936), karamsar bir dünyanın yansıtıcısı Ferit Edgü (d. 1936); kadın konusunu ve biyografisine bağlanan hapishane izlenimleri ve hastalık psikolojisini yansıtan Tutkulu Perçem (1962), Tante Rosa (1968), Barış Adlı Çocuk (1976) adlı hikâye kitapları Yürümek (1970),Yenişehir'de Bir Öğle Vakti (1973), Şafak (1975) adlı eserleriyle Sevgi Soysal (Nutku, Sabuncu 1936-1976); Alleben Öyküleri (1991) ile Ülkü Tamer (d. 1937); zikzaklar çizen dünya görüşüyle Afet Muhteremoğlu (Ilgaz); köy edebiyatını devam ettiren Osman Şahin (d. 1938); son romanı Emir Beyin Kızları (1998) dahil Türkiye'nin geçirdiği anarşik olaylara katılanları aileleri ve geçmişleriyle ele alan bir çeşit belgesel romanları ve güzel hikâyeleriyle Ayla Kutlu (d. 1938); Osmanlı Devleti'nin yıkılışından sonra, Osmanlı topraklarında kalan soydaşlarımızın akıbetlerini [Tutsak (1973), Azap Toprakları (1969), Çiçekler Büyür] ve Türkiye'nin yaşadığı siyasî çalkantıları (Sancı) işlemiş olan Emine Işınsu (d. 1938).
Oğuz Atay (1934-1977) yeni bir roman tekniğini ilk defa uyguladığı Tutunamayanlar (1972) romanıyla büyük ilgi uyandırmıştır. Onun etkisi romanımızda Ahmet Hamdi Tanpınar'ınkiyle birlikte yükselen bir çizgi oluşturmaktadır. Yazarın kötümser havası Tehlikeli Oyunlar (1973) adlı romanı ve hikâyelerine de (Korkuyu Beklerken-1975) hâkimdir.
Oğuz Atay (1934-1977) yeni bir roman tekniğini ilk defa uyguladığı Tutunamayanlar (1972) romanıyla büyük ilgi uyandırmıştır. Onun etkisi romanımızda Ahmet Hamdi Tanpınar'ınkiyle birlikte yükselen bir çizgi oluşturmaktadır. Yazarın kötümser havası Tehlikeli Oyunlar (1973) adlı romanı ve hikâyelerine de (Korkuyu Beklerken-1975) hâkimdir.
Füruzan (d. 1935) Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gecenin Öteki Yüzü (1983), Gül Mevsimidir (1985) hikâyelerini topladığı kitaplardır. 47'liler (1974) bir öğretmen ailenin iki kızıyla birlikte hayatlarını anlatan eserin bir kısmı, belli bir açıdan 12 Mart'a yol açan olaylara ayrılmıştır. Berlin'in Nar Çiçeği (1988) Almanya'daki bir işçi ailesinin, yaşlı bir Alman kadınıyla kurduğu dostluğu anlatmaktadır. Almanya'daki aile, komşuluk ilişkilerinin II. Dünya Savaşı günlerinden itibaren anıldığı, sevginin kurtarıcılığını gösteren bu güzel roman, hak etmediği bir suskunlukla karşılanmıştır.
Füruzan hikâyelerinde genellikle kırık hayatlardan söz ederken göçmenler, kadın ve çocuklar üzerinde durur. Hatıralar ve çağrışımlar bu hikâyelerde geniş yer tutar. Yazarın Türk işçileriyle yaptığı röportajlardan oluşan Yeni Konuklar (1977) adlı eseri hikâyecinin keskin gözlem ve canlandırma gücünü gösteren ve doğrudan anlatım yöntemiyle işçileri ve onların maruz bırakıldıkları haksızlıkları büyük bir başarıyla anlattığı eseridir. Bizim Rumeli (1994, daha sonra Balkan Yolcusu 1996 adıyla yayımlamıştır) adlı bir gezi-röportaj kitabı da vardır. Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra bütün dünyada görülen değişmeler ve Bosna Hersek'teki savaş Balkanlar'da bir zamanlar Osmanlı idaresinde yaşanabilen karışık yapının nasıl yok edilmekte olduğunu da göstermektedir. Bu gerçeğin kavranması yazarlarımızı yeniden Osmanlı kavramı üzerinde düşünmeye sevketmektedir. Nitekim kitabının ilk bölümüne Füruzan da "Osmanlı'nın Renkliliğinden, Renksizliğe Geçme Çabaları" başlığını koymuştur. Değişen dünya ile ilgilenirken kendi mazimiz üzerinde düşünme mecburiyeti yazarlarımızı son yıllarda tarihle de ilgilenmek zorunda bırakmıştır.94
Füruzan hikâyelerinde genellikle kırık hayatlardan söz ederken göçmenler, kadın ve çocuklar üzerinde durur. Hatıralar ve çağrışımlar bu hikâyelerde geniş yer tutar. Yazarın Türk işçileriyle yaptığı röportajlardan oluşan Yeni Konuklar (1977) adlı eseri hikâyecinin keskin gözlem ve canlandırma gücünü gösteren ve doğrudan anlatım yöntemiyle işçileri ve onların maruz bırakıldıkları haksızlıkları büyük bir başarıyla anlattığı eseridir. Bizim Rumeli (1994, daha sonra Balkan Yolcusu 1996 adıyla yayımlamıştır) adlı bir gezi-röportaj kitabı da vardır. Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra bütün dünyada görülen değişmeler ve Bosna Hersek'teki savaş Balkanlar'da bir zamanlar Osmanlı idaresinde yaşanabilen karışık yapının nasıl yok edilmekte olduğunu da göstermektedir. Bu gerçeğin kavranması yazarlarımızı yeniden Osmanlı kavramı üzerinde düşünmeye sevketmektedir. Nitekim kitabının ilk bölümüne Füruzan da "Osmanlı'nın Renkliliğinden, Renksizliğe Geçme Çabaları" başlığını koymuştur. Değişen dünya ile ilgilenirken kendi mazimiz üzerinde düşünme mecburiyeti yazarlarımızı son yıllarda tarihle de ilgilenmek zorunda bırakmıştır.94
1940 Doğumlular
Çok karamsar bir dünya görüşünü yansıtan Rasim Özdenören (1940); tarihî romanlar yazan M. Mehmed Özdemir (d. 1940); kaybolan İstanbul'a hayıflanan Melisa Gürpınar (d. 1941); Geyikler, Annem ve Almanya (1981)'sıyla Nursel Duruel (d. 1941) 1940'lı yazarlarımızdandır. Hikâyeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer edinen ve Virginia Wolf'u Türkçeye en iyi aktaran Tomris Uyar (d. 1941); köyden büyük şehre gelişin doğurduğu sıkıntıları işleyen Aysel Özakın (d. 1942); günlük, küçük mutlulukları, parçalanmış aileleri anlatan eserleriyle Sevinç Çokum da (d. 1943) Türkiye sınırlarının dışındaki Türklerle ilgilenir. Tezer Özlü (1943-1986); Yaseminler Tüter mi Hâlâ (1984)'nın havasına bir daha ulaşamayan Alev Alatlı (d. 1944); polisiye roman tekniğiyle bu tür eserleri alaya alan Bir Cinayet Romanı (1989) ve kadın cinselliğini on plana çıkaran eserleriyle Pınar Kür (d. 1943); kadının aile içi ilişkilerini hikâyeleştiren Sabahat Emir (d. 1943); kamburluğunu eserlerinin malzemesi kılan Necati Tosuner (d. 1944); postmodern romanın en çarpıcı örneklerinden biri olan Yeni Yalan Zamanlar (1994)'ın yazarı İnci Aral; fantezist hikâyelerinin cazibesini, sonu gelmez tekrarlarla azaltan Nazlı Eray (d. 1945); gerçeği kabule rağmen, hayalden vazgeçmeyişiyle dikkati çeken Mustafa Kutlu (d. 1947); sürrealist bir anlatımla anarşistleri sempatik kılan Burhan Günel (d. 1947); Kadınlar da Vardır (1983), Lanetliler (1985) gibi hikâyelerindeki derinliği romanlarına yansıtamayan Erendiz Atasü (d. 1947); mutsuz kadınları anlatan yaşanmışlık tadı taşıyan, titiz diliyle Feyza Hepçilingirler (1948); savaş ve anarşinin izlerini -melodram havasında yansıtan- yer yer psikolojik hesaplaşmalarıyla Mehmet Eroğlu (d. 1948); mizah yazarlarından Sulhi Dölek (d. 1948); Hulki Aktunç (d. 1949), Necati Güngör (d. 1949) ve usta bir hikâyeci olduğu kadar, vefalı bir okuyucu olarak da bir çeşit kültür arkeolojisini denediği romanlarıyla Selim İleri (d. 1949).
İstanbullu bir yazar olan Selim İleri yetiştiği dönemin İstanbullularının özlemi içinde yaşar. İstanbul'u çoktan unutulmuş, hayatımızın dışına atılan bir ayrıntıdan hareketle anar ve anlatır: "Çok defa sonuna kadar duyup sonlarını da öğrendiğim romanların, çoktan bitmiş öykülerin kişilerini yeni bir hayatta yaşatabileceğim kuruntusuna kapıldım. Bu söze dökemeyeceğim, ayrıca kimsenin tahmin edemeyeceği kadar heyecan verirdi."95 diyen Selim İleri'nin dikkati "aşk kırgını kadını" tanıma arzusuna yönelmiştir. Bütün eserlerinde kırgınlıklar, yalnızlıklar ve ayrıntılara dikkat yer alır. Yazarın son romanları Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar: Dört, Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin (2000), Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak (2001)'tır.
1950 Doğumlular
Hemen her eseri büyük yankılar uyandıran Ahmet Altan (d. 1950); Fransa'da yaşayan ve eserlerinin bir kısmını önce Fransızca yazan İstanbul tutkunu Nedim Gürsel (d. 1951); Mahir Öztaş (d. 1951); Feride Çiçekoğlu (d. 1951); kadının kaderini işleyen ve çocuklar için eserler yazan Ayşe Kilimci (d. 1954); Körfez Üstü Yıldız Gezer (1986) adlı hikâye kitabından sonraki romanlarında hatıralarındaki kimliklerini devam ettirmek isteyenlerin uğradıkları hayal kırıklıklarını işleyen, Kore Savaşı kahramanlarıyla roman dünyasını genişleten Ahmet Yurdakul (d. 1954); şiir, hikâye, roman ve tiyatroda çok velut olan Murathan Mungan (d. 1955); geniş bir coğrafyada dolaşan ve gençleri hedef alan kitaplarıyla Buket Uzuner (d. 1955); Kadırga'da Son Horon (1987)'la Semra Özdamar (d. 1956); ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm (1983)'de çocuğun kopuk kopuk izlenimlerini onun gözleriyle görerek anlatan ve unsurların bütünleşmesini okuyucuya bırakan fakat kazandığı yeri sonraki kitaplarında koruyamayan Latife Tekin (d. 1957); özentili ve süslü bir dil kullanan Nazan Bekiroğlu (d. 1957); yazarlık serüvenini anlatan hikâye ve romanlarıyla dikkati çeken Mario Levi (d. 1957); İsmail (1999), Son Yeniçeriler, (2000) gibi tarihî romanlarıyla Reha Çamuroğlu (1958).
1950 doğumlular arasında Orhan Pamuk (d. 1952) ilk eseri Cevdet Bey ve Oğulları (1982)'ndan itibaren büyük bir şöhret kazanan ve her eseri yurt içinde ve dışında çok tartışılan bir sanatçıdır. Sessiz Ev (1983), Beyaz Kale (1985), Kara Kitap (1990), Yeni Hayat (1994) ve Benim Adım Kırmızı (1998) adlı eserlerindeki yabancı okur için yazılmışlık amacı ne olursa olsun, Orhan Pamuk son yıllarda eseri etrafında geniş bir okuyucu kitlesini toplayan, eserinden eser olarak söz ettiren kültürlü, yazmasını bilen bir romancıdır
1950 doğumlular arasında Orhan Pamuk (d. 1952) ilk eseri Cevdet Bey ve Oğulları (1982)'ndan itibaren büyük bir şöhret kazanan ve her eseri yurt içinde ve dışında çok tartışılan bir sanatçıdır. Sessiz Ev (1983), Beyaz Kale (1985), Kara Kitap (1990), Yeni Hayat (1994) ve Benim Adım Kırmızı (1998) adlı eserlerindeki yabancı okur için yazılmışlık amacı ne olursa olsun, Orhan Pamuk son yıllarda eseri etrafında geniş bir okuyucu kitlesini toplayan, eserinden eser olarak söz ettiren kültürlü, yazmasını bilen bir romancıdır
1960 Doğumlular
1960 doğumlulardan dikkati çeken bir yazar İhsan Oktay Anar (d. 1960)'dır, ilk eseri karışık bir rüyayı andıran Puslu Kıtalar Atlası (1995)'dır. Kitab-ül Hiyel (1966) ve Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri (1998) öteki kitaplarıdır.
Sadık Yalsızuçanlar (d. 1962); Kürşat Başar (d. 1963) adları duyulmuştur.
Polisiye roman yazarlığı yeni bir canlılık kazanmıştır.
Polisiye roman yazarlığı yeni bir canlılık kazanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.